Şu anda bu yazıyı yeni evimin salonundan yazıyorum.
Uzun, upuzuun bir maratonu geride bıraktım ve ben de evliler kervanına katıldım.
Bu yazımda size "Eksiksiz, mükemmel bir düğünün tüyoları"-"Prenses gibi hissetmenizi sağlayacak şeyler" vs. konularından bahsetmeyeceğim, eğer böyle şeyler yazmamı umuyorsanız sizi üzeceğim için şimdiden özür. Çünkü olaya biraz daha farklı yaklaştım ve bu süreçte "heee şimdi anladııım" diyerek aydınlandığım noktalar oldu. Bunları paylaşmak istiyorum.
Nereden başlasam acaba?
Sevgilimin beklenmedik evlenme teklifinden sonra sürecimiz hızla gelişti.
Tamam kabul ettim, onu çok seviyorum ama aldı beni düşünceler.Evlilik için hazır mıyım diye düşünürken buldum kendimi. Düşünürken bir de baktım ki, aşık olduğum insana evet dedim bu bir. İkincisi beni her halimle, olduğum gibi seviyor. Biliyor musunuz, bence bu bir ilişkinin temeliymiş. O kadar önemli ki kelimelere yettiremiyorum. Bir insanın sizi her halinizle sevmesi, kötü huylarınıza kızsa da gülmesi, sizi makyajsız veya çirkinken bile güzel bulması ve en önemlisi de onun yanındayken kendinizi rahat hissetmeniz size inanılmaz bir güven hissi veriyor.
Ben sevgilimi ilk kez şirket yemekhanesinde görüp çok ama çok hoşlanmıştım. Bin kişilik bir yerde gözüme çarpan ve kalbimi çarptıran ilk kişiydi. Bazen düşündükçe onu ilk gördüğüm günkü kadar heyecan duyuyorum. Kalbimin çarpıp kanatlandığı kişiye evet dedim, bakışlarımın baktıkça mutluluğa döndüğü kişiye...Evet artık hazırdım.
Derken nişanlandık. Evde aile arasında, sade bir şekilde. Annemin 27 yıllık elbisesini giydim, ikimiz de duygudan duyguya savrulduk.
Süreç haliyle evlilik yoluna doğru evriliyor nişan sonrasında. Ne zaman evleneceğiz diye düşünürken, şu hayatta en sevdiğim gün olan Hıdırellez zamanına karar verdik. Hem baharın gelişi, hem yeni bir başlangıç kapısı. Daha uygun bir tarih düşünemezdim herhalde.
Nişanla düğün arasında 7 ay vardı. Bu süreçte ben de kendimi çok test edip çok şey öğrendim.
Bu ara dönem benim için bir okuldu, belki birçok insan için öyle değildir. Halbuki anlamak isteyen insana inanılmaz bir öğrenme süreci. Çünkü insan kendini daha iyi tanıyor, sabrını ölçüyor. Tepkilerine bakıyorsun, sen gerçekten tanıdığın bildiğin sen misin anlıyorsun.
Ben çevremdeki birçok insana+duyduklarıma nispeten çok çok ama çok rahat bir yedi ay geçirdim.
Bunda hem benim, hem sevgilimin hem de ailelerin payı çok büyük.
Rahat atlatmanın birkaç yolu var:
1- Siz bir prenses değilsiniz, bunu artık kabullenin.
Kral babanın prenses kızı modunu bırakın. Herkes her şeyi dört dörtlük ister ama her şey "mükemmel" olamaz. Ayrıca siz kendi kendinize evlenmiyorsunuz, eşinizin de duyguları ve bir ailesi olduğunu unutmayın.
2- Ailelerin müdahalesini kısıtlayın.
Tabiiki destek ve fikir verecekleri zamanlar olacaktır, oldu da ancak ev bakmak, eşya seçmek, düğün yerine menüsüne karar vermek gibi konularda aileleri çok fazla işin içine dahil etmeyin. Elbette fikirlerini alın ancak son kertede yetişkin iki insan olarak kararı siz verin. Kulaklarınızı olumsuzluklara kapatın.
3- Her şeyi bıkbıklamayın.
"Her şey mükemmel olmalı" diyerek hem çevrenize hem de sevgilinize hayatı zehir etmeyin. Siz ne yaparsanız yapın olması gereken olacak. Ne kadar mükemmeli aramazsanız her şey o kadar yolunda gider.
İnancınızı bilemem ancak ben iyi niyetli bir insan olduğumu düşündüğüm için bazı konuları Allah'ın takdirine bıraktım. Elimden geleni yaptım, benim için hangisi hayırlısıysa olsun dedim. Her konu da tıkır tıkır ilerledi.
Kına yeri tutmak, elbise almak, eşya almak gibi konularda her şey tak tak oldu bitti.
Hep iyi insanlarla karşılaştık, hiç kazık atmak isteyen olmadı. Çok kaprissiz, goygoy ilerledik; küçük olumsuzluklara pek de takılmadık açıkçası. Bu nedenle "Koltukları 2 ay sonra gönderdiler", "damatlığımın kolu olmadı" vb. durumlarla karşılaşmadık. Olanlar çok ufak tefek şeylerdi, "Hallolur" deyip uzatmadık. Nitekim oldu da. (Bkz:madde 3)
Gelinliğimi hiç beklemediğim bir yerden, bir butikten aldım ve bence çok doğru bir karar verdim. "Elbise mi bu?" diyenler oldu ama son kertede herkes çok beğendi.
Düğün yapmadık, onun yerine arkadaşlarımıza küçük bir yemek verdik. Hepimiz deli gibi eğlendik, hatta birçok kişi "Keşke biz de böyle yapsaydık" dedi. Bursa manzaralı teras şahaneydi.
Gelin arabasının önüne 80li yıllardaki gibi bebek koyduk. Gören birkaç teyze "Gelin arabası dediğin böyle olur" demiş:)
Nikah giriş müziğimiz Bülent Ortaçgil'in "Sensiz Olmaz" ıydı. Normalde hareketli şarkılar seçilir ama bu şarkının yeri bizde çok ayrı olduğu için tercih ettik. Nitekim inanılmaz oldu. Önemli olan bizi gaza getirip alkışlayan, gelen insanlar. Hepsini çok seviyorum.
Kuaförüm "Gördüğüm en kaprissiz gelinlerden birisin" dedi. Hiç sesim çıkmadı, hatta adam ilk etapta gelinin ben olduğumu bile anlayamadı. Çok gülüp çok muhabbet ettik.
Gelinlerin giydiği tarzda "Bride" yazılı gecelik, tüylü terlik vs. giymedim. Zaten kendimden beklemezdim ve yapmadım.
Kınada organizasyon tutulmasına karşı olduğum için tutmadım. Kınam yakılırken sandalye koymayı unutmuşlar, garsona seslendim bir sandalye çekti oturdum falan. Ben 90ların kına ruhuna bayılıyorum, tipik 90lar kınası olsun istedim ve öyle oldu.
Evim asla yeni gelin evi gibi değil. Varaklı eşyalar, dantel perdeler falan yok. Klasik bir kütüphaneli İkea evi, sıcak ve samimi oldu.
Bunları anlatmamın nedeni, kendimi tanıdığım gibi çıkmış olmam. "Vay be yapmam diyordum yaptım" dediğim bir şey olmadı gibi. Yıllardır tanıdığım ve tanıttığım Hazal'dım. Eksik fazla değil.
Tabi bu arada potporik ruh halimin devreye girdiği zamanlar olmadı değil. Bizim de gerildiğimiz zamanlar oldu. Bu süreci de sevgilimin desteği sayesinde atlattım. Ben de minimum kapris düzeyinde kalmaya özen gösterdim. Kaprisi de hiç sevmem.
İşte böyle. Yepyeni bir macera beni bekliyor.
Naçizane tavsiyem: Evet evlendiğiniz gün hayatınızın en mutlu günlerinden biri. Biri diyorum çünkü daha güzel günleriniz de olacak. Olacaklara takılıp kendinizi üzmeyin, kimseyi germeyin:)
Darısı isteyenlerin başına diyelim.
Sevgiler, saygılar:)