"Paranoya yapıyorsun" dedi bana bu sabah. "Neden bunları düşünüp durduğunu anlamıyorum"
Nedenini bilmiyorum aslında.
Dün, 2 yıl önce annemle birlikte çekindiğimiz bir fotoğrafla göz göze geldim. Cumalıkızık'ta bir patik tezgahının önünde oturmuş gülüyoruz. Ben İngiltere'den gelmişim, dil okulu bittikten sonra 1 aylık tatil sürecindeyim, 1 ay sonra pre - master programı için geri döneceğim. Gözlerim ışıl ışıl. O kızı görünce üzüldüm. Ne kadar neşeli olsam da, Hazal o 2 yıl önce gözlerinin içi gülen kızdan uzak.
Dış görünüş olarak değil bak, gören anlamaz. Sanki ruhen çöktüm, yaşlandım gibi hissediyorum.
Hayat, o çemberi takip edeceğimi gösterdiği andan beri hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Yapmam dediğim her şeyi büyük bir zevkle yalatıp yutturdu.
Ben de her gördüğüm gence "Bir hedef koy, o yolda ilerle" dedim, ben de derslerinin nasıl gittiğini sordum, ben de yeni nesli anlayamadım gitti, ben de "Aaaah ah nerede kaldı o okul günleri" dedim ve işte o an, o an ben ben değildim, geçen gün bir seminerde dinlediğim psikoloğun dediği gibi. O an içime bir yaşlı kaçmıştı.
Şimdi bir de işin içine başka beklentiler girecek. Ben her ne kadar kendimi 17 gibi hissetsem de yaş oldu 25. Yakın zamanda "E yok mu evlilik?" lere falan gelecek. Gelmedi diyelim, bir şekilde yine de o kara deliğin içine gireceğim. Toplumsal baskı denilen kavram devreye girince sıkılacağım, bunalacağım. Yeni bir aile, sorumluluklar çökecek omuzlarıma. Yaşanması için çok erken ama er yada geç olacak.
Bir yandan iş stresi var tabii. İşler geçtiğimiz döneme göre nispeten daha iyi ama bak mesela yine az önce işimi bitirdim, saat 21:30. Tam 1 yıl 2 ay oldu. İnanılmaz tecrübe kazandım, çok şanslıyım ama ruhen çok da yıprandığımı itiraf etmem gerekiyor.
İnsanı çok zorlayan ama zorladıkça da güçlendiren bir iş benimki. Öyle bir iş ki, sürekli sorgulayıp yenilik yaratman lazım. Mesela bugün 4 tane iyileştirme önerisi verdim. İşe girdiğim günden beri öneri vermediğim ay yok.
Pes etmeyi kendime yediremem. Zor ama başaracağımı biliyorum. Az çok da başardığımı düşünüyorum şimdiye kadar. Bir de doğru bir şey daha varmış meğer, yaşadıkça öğrendim: İnsan kendi parasını kazanmaya başladıktan sonra işsiz kalıp ailesinden para isteyemiyormuş. Düşünmesi bile ilginç geliyor şimdi. O kadar rahat, o kadar istediğim gibi harcayıp yönetebiliyorum ki, o kahrolası egom para istemeye yeltenmekten utanır.
Her sabah içimde büyük bir huzursuzluk ve büyük bir sevgiyle uyanıyorum.
Huzursuzluk iş stresinden olabilir. Bazen bir Into the Wild olup dağlara taşlara kendimi vurmak istiyorum. Sık sık Londra'yı özlüyorum. Başka bir hayat mümkün mü diye düşünürken yakalıyorum kendimi. Sonra sahip olduklarıma şükredip susuyorum.
Sevgi ise aşktan. Dünya tatlısı gamzeli bir çocuğa çok aşık uyanıyorum her sabah. Her sabah ilk önce ona günaydın diyorum. Bazı sabahlar uzun uzun mesajlar almış oluyorum, büyük bir keyifle okuyarak uyanıyorum. O sarılıp öpüyor beni en mutsuz anımda. Onun yanında, sakinliğinde dinleniyorum. Yuva gibi. Tam bir yuva. Beni her halimle kabul ediyor, belki daha fazlasını beklerdi bilmiyorum ama elimden geleni yapıyorum iyi hissetmesi adına.
Yine de o kız eski kız değil bence.
Uzun zamandır gökyüzüne bakıp doya doya, neşeyle yıldızları izleyemedim.
Büyük bir iç huzuruyla uyuyup, yarını düşünmemezlik edemedim.
Kocaman bir kahkaha patlatamadım istediğim gibi.
Bu büyümek mi demek bilmem ama buysa olmasın.
Ben Hazal'ın 21 yaşına razıyım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder