15 Ağu 2016

Gidip de dönmek istemediğim yer: Bozcaada

Hasır şapkamla şezlonga uzandığımda, Ayça'ya dönüp birden "Biliyor musun, insanın hayatta gerçekten unutmayacağı tatiller var. Bana sorarsan ilk üçte geçen sene Alaçatı'daki otelde yaptığımız tatil, Kapadokya ve Bozcaada olur" dedim.
Bu hafta sonu çok sevdiğim arkadaşlarımla gittiğim Bozcaada beni çok ama çok mutlu eden bir yer oldu.
Giden hep gitmek istiyor dediler, kesinlikle inandım. Koca bir yazı baştan sona burada bitirebilirim.
Zaten kaldığımız yerle başladı kalbimi kazanmaya.
Fotoğraflarına bakıp 'Emin olamadım ama?' falan yapmıştık birbirimize. Bir bağ evi düşünün, dört odalı. Etrafı arazi, üzüm bahçeleri falan var. Plaja ve merkeze çok yakın ama odaları? Eh işte, fotoğraflardan pek güzel görünmedi. Neyse bir gidip bakalım dedik.
Yaptığımız rahat ve keyifli yolculuğun ardından vardığımız bağ evi, bence dünyanın en tatlı yerleşimlerinden biri olabilir. 15-20 adım sonra bir karavan, salıncak görüyorsunuz. Uzaklarda deniz... alabildiğine rüzgar...beklediğimizin tam aksine şeker mi şeker odalar...dünyanın en tatlı ev sahipleri.
Nurettin abi 60-65 yaşlarında, İstanbul Üniversitesi İktisat mezunu, eşi öğretmen, çocuğu mühendis. Belli ki kültürlü, görgülü insanlar; çok da sıcakkanlılardı. Orayı evimden bir an bile ayırmadım. Zaten önceki yazılarımda da bahsetmiştim, bir yere alışmam uzun sürmüyor benim, hemen benim odam benim evim muhabbetine giriyorum. Burada da aynısı oldu ve çok mutlu oldum.
Into the Wild filmini izleyenler biliyordur, orada bir Salvation Mountain sahnesi var. Sanki tatil boyunca orada kalmışım gibi hissettim, o kadar hoşuma gitti ki anlatamam.
Sabahları rüzgarlı havasında hırkaya sarınarak oturup bahçelere bakmak, neşeyle kahvaltı yapmak, kedileri izlemek, çay içmek. Benim için hayat işte bu kadar süs püsten uzak ve sade olmalı. Hiçbir abartıya gerek görmüyorum. İnsan bazen kendini doğanın kucağına bırakmalı.
Ada zaten cennet. Denizi buz gibi olsa da girdik, terapi gibi geldi. Vacip'in Yeri ve Kapı 14'te güzel mezelerden yiyip, şahane Rumca şarkılar dinledik. Sokaklarını arşınladık, Çınaraltı cafede 'Bir Küçük Eylül Meselesi' filminde Erdil Yaşaroğlu'nun çizim yaptığı masaya bilmeden oturduk, garson söyleyince şaşırdık. O çok sevdiğim, demleme adaçayından içtim.
Güneşi batırdık. Hayatın en güzel mucize ve kutlamalarından biri olarak farz ediyorum bunu. Batırırken az da olsa La Vie En Rose dinledik.
Otelden ayrılırken de çok üzüldük, sahipleri de en az bizim kadar üzüldü.
Bir daha geleceğiz dedik. Bildi, çünkü 3 günlüğüne gelmişler, 40 senedir kalıyorlarmış:)


Umarım bir daha gelirim sana Bozcaada.
Havandan suyundan, tatilimi muhteşem hale getiren canım arkadaşlarımdan mıdır bilmem ama bayıldım ben sana.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder