30 Tem 2014

Hazal'a nolmuş?

Son zamanlarda etrafımdaki kişilerden sıkça duyduğum bir soru bu:
"Sana n'oldu?"
"Bir şey yok" diyorum, bir türlü dinletemiyorum.
Bu kişilere göre ben eskisi kadar tatlı, canayakın ve neşeli değilmişim. Aksine son derece gergin, kendini beğenmiş ve huysuzmuşum.
Bu geribildirimleri aldığım günün sabahında servisi beklerken uzun uzun düşündüm. O kadar uzun ve dalgın düşünmüşüm ki herhalde, servis şoförü kornaya basmasa gelip de önümde durduğunu görmeyecekmişim.
Kendimi kendini beğenmiş biri olarak görmüyorum, bu gerilbildirimi tümden reddediyorum çünkü böyle yetişmedim. Yüzde yüz emin olduğum şeylerde bile tevazu göstermesini hep bildim, bilirim. Yani ben haddimi iyi bilirim fakat diğer geribildirimler için bir şey diyemem.
Çünkü kendimdeki değişiklikleri ben de fark ediyorum.
Çok çok gergin biri oldum çıktım, halbuki sakinliğimle övünürdüm.
Her an her şeye sinirlenebiliyorum. Telefonda saçma cevaplar veren insanlara kızıyorum, salak salak konuşan insanlara kızıyorum falan. Fakat aynı zamanda en çok panik yapılması ve gerilmesi gereken anlarda müthiş sakin kalıyorum. Çok garip ruh halleri hasıl oldu üstüme, kendimi tanımakta zorlanıyorum.
İçimde beni huzursuz eden bir şeyler var, tat almamı engelleyen şeyler.
Aynı zamanda bazı şeyleri artık çözdüğümü hissediyorum, öte yandan hala çok sorguluyorum.
İnsanların büyütüp de kocaman yaptıkları şeylerin aslında hiç de büyütülmeyeceğini,
halı altına ittikleri şeylerin de dikkate değer biçimde büyütülmesi gerektiğini görüyorum.
Çok acımasızım. Bunu anladığımda 22 yaşındaydım.
Asla ama asla övünülecek bir şey değil, aksine söylerken utanıyorum.
Bugün Cunda tatili dönüşünde Grup 84'ün "Dokunma" şarkısı çalmaya başladı radyoda. "Seven kalbimi kırma" diye bir cümle geçiyordu içinde. Dedim ki, "Aslında ben, beni seven kalpleri kırdım ve bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunu hiç anlamadım".
Bu tip durumlarda kendimden çok utanıyorum, başım hep öne eğik.
İnsani duyguları kenara atmamak gerekiyor, taştan ne farkım kalır ki sonra?
Birine bağlanamamak, birine "ait olamamak" benim kötü taraflarım. Dibini eşelersem "terk edilme korkusu" diye bir şey bulur muyum acaba diye düşünmeye başladım.
Çünkü aidiyet duygumun hiç olmadığını fark ettim. Bazı insanlarda bu duygu çok güçlüdür, bende ise hiç yok.
Düşünün, hayatımda ilk defa yurtdışına annem yada babam olmadan gitmişim ve daha önce hiç tanımadığım insanların evinde kalmışım. Bu tip bir durumda kalıp ilk gece başka bir evde kalınca anne özlemiyle ağlayan arkadaşlarım oldu. Bende ise ilginç şekilde verilen her eşyayı kurcalama, her dolaba bakma ve keşfetme duygusu, "Tamam, burası artık benim evim" durumu hasıl oluverdi. Mışıl mışıl da uyudum!
Sevgilim varken de kendimi ona ait hissetmiyordum. Kimse de bana ait değil ayrıca. Aitlik nedir? Sahip olmak mı? Ben kimseye sahip değilim ki, nasıl olabilirim?
Ne diyebilirsin mesela, "Bu kitap bana ait". Tamam. Parasını verdin ve aldın.
Fakat "Sen bana aitsin!!". Pardon? Nasıl yani?
Demiyorum ki bir şeye sahip olmak için illa ki para vermek gerekiyor, hayır. Fakat bir insanın bir şeye ait olması falan, benim mantığım  bu tip bir şeyi almıyor.

Bu tip şeylerin dışında yine küçük şeylerden mutlu olmasını bilen, güler yüzlü ve enerjik bir Hazal yine var.
Fakat çok huzursuz. Anlatamıyor, nedenini de bir türlü bilemiyor.
Bulmak için her gün sorular soruyor ama nafile yani.
Hayırlısı.