30 Nis 2013

İyi ki doğdun anne!

23 senedir bensiz geçirdiği bir doğum günü bile olmadı.Taa  ki  bugüne kadar.
Doğum gününü daha önce hiç,"coğrafik olarak iki saat geride olan bir memleketteki bir şehrin pub'ının bahçesinden" telefonla kutlamamıştım.Doğum günü şarkısını ona telefondan söylememiştim,onun yerine 30 ya da 31 Nisanda saatler 00:01 olduğunda ayaklanıp sarılmayı adet edinmiştik çünkü.Ondandı bu ilginç gelmeler.
Annemin ömrü her zaman bir şeyleri ya da birilerini beklemekle geçmiştir.
Anormal sabırlı ve anormal neşeli olduğu için,"yok yok bunu asla atlatamaz" denilen tüm durumları başarıyla ve büyük bir içsel huzur duyarak atlatmıştır.
Saflık derecesinde iyidir.Kahvaltı sonrasında içtiğimiz kahvelerde konular döner dolaşır,hep bu mevzuya dayanır.Neden bunca insana bunca iyilik yaptığını ölsem anlamam ama neticelerine bakınca ona hak veririm.Karşılık beklemez o çünkü.
Gençliğinin en güzel yıllarını;önce hiç düşünmediği,sonra etkilendiği ama gözünün önündeki perde kalkınca hiçbir olurunun olmadığını anladığı bir adamla geçirmiştir.Yaşım ilerledikçe baktığım tüm fotoğraflarında gözlerimin dolmasının nedeni bundan.Mutluluğu dibine kadar hak etmiş,verdiğinden çok daha fazlasını almaya muktedir böyle bir insanın kaderinin tamamen zıt bir yöne gitmesini çok ilginç bulduğumdan.Hep merak ettiğim bir soru var kafamda:devamında dayanamayıp ayrılmayı,dimdik durmayı,herkese yetmeyi,iki çocuğuna güçlü ve mutlu olmayı öğretmeyi bu küçücük kadın mı başarmıştı?Ben olsam yapabilir miydim acaba?
Ondan çok şey öğrendim.Nasıl doğru düşünülür,insanlara nasıl saygı duyulur,neşe neden önemlidir,sabah yataktan kalkar kalkmaz sinirli ya da agresif olmak neden saçmadır(Allahtan değiliz,yine onun sayesinde) gibi küçük ama hayat kurtaran pek çok şey.
Her şeyimi paylaştığım hem bir anne,hem deliler gibi gülüp "Oha anne hahahahah" diyebildiğim bir abla,hem akıl verdiğim ve beni merakla dinleyen küçücük bir çocuk o.Beklentileri az,dünyası geniş,zekası çok.Onun olduğu her yer bana "cennet",bana "güven" demek.O varsa sırtım yere gelmez,o varsa beni hep özleyen biri vardır;o varsa iki eli kanda da olsa bilirim ki gelir bulur beni.
Her şeyin en güzeli,en neşelisi,en tatlısı onun olsun.
Güzel annem sen bana hep ses,nefes,ışık oldun...Dilerim bu yıl ışığını bulursun...
Doğum günün kutlu olsun...
Seni çok seviyorum...

28 Nis 2013

"Seni Seviyorum" diyemeyen kızın dramı

Okulum tarafından her pazartesi bıkmadan usanmadan yapılan sınavlardan birine daha hazırlanırken canım sıkıldı,bıraktım.
Buralar Türkiye gibi değil anam,donuyoruz.Çok üşümüştüm;şans eseri dokunduğum kalorifer peteğinin sıcak olduğunu görüp yere çöktüm,dayadım sırtımı.Aldım elime bilgisayarımı,sözlüklere bakıp sınava hazırlanırken aklıma yine bissürü şey geldi.
Bu arada ona geçmeden evvel bugün yaşadığım ilginç deneyimden bahsetmek istiyorum:Bir Kore kilisesine gittik,2 türk 2 İsviçreli 2 koreliydik.Gördüğüm en ilginç yerlerden biriydi:İçeride küçük bir orkestra var,herkes şarkı söylüyordu,el çırptık hep beraber.Dua ederken ayağa kalktılar.Sonra biz "yeni gelenler" olarak ayağa kalkıp kendimizi tanıttık,isim vererek bizim için de dua ettiler.
İşin garibi, çıkmaya yakın bir grup insan bizi esir aldı:"Yaptıklarımızı anlatmak ve size hoşgeldiniz demek istiyoruz" dediler.
"Bugün burada ışıktan bahsettik.Bir yemek yaptığınızı düşünün,ışığı yakmadan içine ne koyduğunuzu bilebilir misiniz,ya da tadını tahmin edebilir misiniz?Hayır!O yüzden ışığı kaybetmemek,birilerine aydınlık olmak çok önemli."
Sonra bana döndü:"Mesela siz" dedi,kendini Sue olarak tanıtan Koreli kadın "Başkaları için önemli bir insan olabilmek için ne yapardınız?"
Bir müddet düşündüm."İletişime önem verirdim,onların düşüncelerini dinlerdim,gerektiği zaman da fikrimi söylerdim.Çünkü iletişim çok önemli,dinlemezseniz çözemezsiniz" dedim.
Kadın yüzüme baktı..."Çok güzel bi cevap" dedi.Sonra diğer kızlara sordu.Diğer bir soru da "Dünyada sadece bir şeyi seçmek isteseniz,herhangi bir şey,o ne olurdu?"
"Saygı" dedim "Dünyadaki birçok savaşın nedeni,insanların birbirine saygı duymaması".
Bu tip şeyler konuştuktan sonra yemekhanelerine götürdüler bizi.O kadar kötü bir çorba vardı ki önümde,"Eve gitmem gerekiyor,akşam yemeği vakti" dedim ve kalktım.Çok enteresan ve de eğlenceliydi,zaten Korelilerle kültürümüz yüzde doksan dokuz tuttuğundan bu kadar misafirperver olmalarını yadırgamadım.


Gelelim asıl meseleye:Bugün annemle Skype ta konuştuk.Tam kapatırken "Seni çok seviyorum kızım" dedi, kahkaha atıp "ÖÖÖÖÖÖ" diye dilini çıkarttı.
Bu ne demek biliyo musunuz?"Hadi bakalım,söyle!Fakat biliyorum ki yapamayacaksın"
Hayatımın her döneminde sorunum oldu bu.Çevremdekiler o kadar içten,sevgilerini o kadar güzel dile getiren insanlar ki-ben de öyle kabızım ki-;gözlerini gözlerime dikip "Seni çok seviyorum" dedikleri her an işi şakaya vurup sadece "Oy bebişiiiimm ben de seni" diyebildim.Beynim ve yüreğim iki farklı tepki veriyor çünkü o durumda.Yüreğim mutluluktan uçarken,beynim vücuduma telaş ve de kasılma hormonu salgılıyor sanırım.Bir panik,gözleri kaçırma,kasılma,bişi diyememe...Neden olduğunu yıllarca düşündüm.Okudunuz biliyosunuz ya,ben hep düşünürüm,hiç durmam.Sonunda bi neden buldum:Sevgiye fazla tokluk.Biliyorum herkes ailesinden sevgi gördü,herkes tok evet fakat bazısı bu durumu avantaja çevirip, aldığı sevgiyi başkalarına dağıtabiliyor.Bunu ben de yapıyorum ama çoğu kez yazarak.Birini durdurup gözlerine bakıp "Seni çok seviyorum" diyerek değil.Ailemden o kadar yoğun bir sevgi gördüm ki,başkalarına dağıtamayanlardan oldum.Hep bu sorunla yaşadım,muhtemelen de yaşayacağım.
Mesela bu konuda Hakan dayım müthiştir:Hayatı boyunca bir kez bile gözlerimin içine bakıp "Hazal biliyosun ki ben seni çok seviyorum" dememiştir.Beni sevmediğinden değil,kişiliği gereği söyleyemediğinden;yoksa herkes birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizi,birbirimize ne kadar düşkün olduğumuzu,laflarımızı asla ikiletmediğimizi ve anında yerine getirdiğimizi bilir.Bir derdim olduğunda koştuğum ilk kapının dayım olduğu bilinir.
Bir keresinde yanına yardıma gitmiştim, işim bitince "Dayı başka bişi var mı?" diye sormuştum,"Yok kızım,seni seviyorum" demişti.Önlüğümü çıkarırken nasıl bi durduysam..."Ben de seni seviyorum dayı" dedim,güldüm ama ister inanın ister inanmayın,o bana beni sevdiğini söylerken uzakta ellerini yıkıyordu,ben ona söylerken de önlüğümü çıkarıyordum.Biz birbirimizin halinden tavrından anlayacak,söylemeye bile gerek duymayacak kadar çok seviyoruz birbirimizi.
Bilemiyorum.Yenmeye çalıştığım bir hastalık gibi takip ediyor beni meret.
Daha çok uğraşmalı,daha çok söylemeli aslında her şey için geç olmadan...
(Bu arada durduk yere "Seni seviyorum anne" dersem "OOOOOO kara kanların mı kaynadı kız?" diye güler annem bana ahahahahah)

23 Nis 2013

Bitmeyen ara.

Resmen on güne yakın olmuş yazmayalı,hiç farkında değilim.
Sürekli koşturmaktan ve de zamansızlıktan yazmaya mecalim kalmıyor.
Hayata aynen devam ediyorum.İngilizleri zaten az çok anladım.Müthiş sıkıcılıkta "aynı tarzda" ama çok gelişmiş şartlarda yaşadıkları için kendimi güvende hissediyorum.
Bu süreç içinde buraya çok yakın olan Bath'a gitme imkanım oldu.Çok ama çok mistik ve şahane olduğunu söyleyebilirim.Hava çok yağmurlu olduğu için şartlar çok zorlasa da meşhur kiliselerini ve taşlarını,Johhny Deep'in kaldığı evi,Victoria'nın "Sun and Moon" meydanını,Jane Auston mağazalarını falan gördüm.Gittiğim en güzel yerlerden biriydi.
Ardından Oxford'a gittim geçen cumartesi.Hava da şansımıza yaver gitti,müthişti.En ünlü yerlerini gezdim,Harry Potter stüdyolarına,Oxford üniversitesine gittim,en ünlü kurabiyecisinde kurabiye yiyip milkshake içtim.Çok ama çok güzeldi ve de sandığımdan daha da çok yakışıklı popülasyonu vardı hahahaha:D Tam yaşanası,nasıl anlatmalı bilmiyorum ama sanırım planlarım arasında.
Bu arada burdaki hayatım,cumaların haricinde 3te okuldan çıkmak,arkadaşlarla biyerlere gitmek,6 gibi eve gelmek,yemek yemek ve tekrar dışarı çıkıp pub'a gitmekle geçiyor.Ya da evde değil dışarda yiyip eve geçiyorum falan.Bi türlü yer görmedim yani,bundan dolayı ders falan da çalışmak için az bir zamanım oluyor ama çabalıyorum.Hocalara göre konuşmam iyi ama yazmayı geliştirmem gerekiyor,elimden geleni yapıyorum,uğraşıyorum.Hatta ve hatta konuşma konusunda kendimi zorluyorum ama iki ayda ancak bu kadar oluyor.
Bu arada buradan diploma alabilmek için bir okula kaydımı yaptırdım,yani Türkiye'de 1 ay kadar kalıp tekrar buraya döneceğim anlamına geliyor bu.Katrina'yla kalmaya da devam edicem.Okula ilk konuşmaya gittiğimde programın 9 aylık olduğunu söylemişlerdi ama son gidişimde hükümet tarafından alınan bir karardan dolayı 6 aya indirildiğinden bahsettiler.Dolayısıyla 6 ay kalıp deliler gibi sunum hazırlayıp essay yazdıktan sonra,eğer vize uzatmak konusunda bi sıkıntı yaşanmazsa 3 ay da Oxford'da kalmak gibi bi ihtimalim var ama o kesin değil işte.Alamasam bile Türkiye'ye dönünce Shengen almak istediğimden ötürü dünyayı gezerim bari,her yere yakın çünkü burası.
Öyle yani.Bu arada Türkiye'ye dönmeme az bi zaman kala Koreli arkadaşlarım bunalıma girdi.Ağlak ağlak dolanıyolar.Ağlar gibi yapıp birbirimize sarılıyoruz sürekli canlarımla.Dünyanın en candan ırkı olabilirler.
Benden bu kadar.
Bi dünya fotoğraf var ama atmaya üşendim.
Ha bu arada bu aralar burda hava nefis.Resmen tişörtle dolaşıyoruz,çimlere yattık bile.
Kıskandırdığıma göre kaçabilirim artık,baaaayyy:)

10 Nis 2013

Her şey birleşince bir şey olur

Hayatım boyunca çok az şeyden ve kişiden etkilendim.
Herkesin hayran olduğu bir tablo,bayıldığı bir müzisyen,severken öldürmek isteyeceği bir artist, bakıp görünce bana hiç cazip gelmedi.Belki bir şey hissederim diye tekrar tekrar baktım,dinledim ve de izledim ama değişen tek bir şey bile olmadı.
Sanırım bu konuda da büyük sorunlarım var.Yetkili mercii falan değilim,sadece "hissetmek" konusunda birtakım eksiklerim olduğunu itiraf etmem gerekiyor.Nedenini de merak etmiyor değilim açıkçası.Neden ben de onları görünce falan "Ya bu var ya şahane!" diyemiyorum?"Baksana adam müthiş çizmiş" diye birilerine anlatamıyorum?Bilmiyorum ama sırf birileri harika buldu diye bir şeyleri harika bulmak fikri bana doğru gelmiyor.Gerçeği söylemek bazen en doğrusu.
En etkilendiğim şeyler hiç beklemediğim yerlerden geldi bu yüzden.Bazen bir metroda gördüm,bazen bir panoda okudum ya da bir dolmuşta dinledim.
İnsanlara gelince,zaten o kadar az ki nasıl anlatmalı.Aslında anlatmalı:Bugün tastamam onlardan bahsetmek istiyorum.

Sabahattin Ali:Herkesin "Kürk Mantolu Madonna" diye diye söylendiği o dönemde kitabını okumamıştım.(İşte sorun burda.Bir şey aniden popüler olduğunda dinlemiyorum,görmüyorum,duymuyorum ve de bunu kasıtlı olarak yapıyorum.Nedenini de hala bilmiyorum,bu kitap da tam o döneme geldi)Sonra bir gün kitapçıda gezerken görüp aldım,okumaya başladım fakat o da ne?Her cümlede gözlerim faltaşı gibi açılıyordu.Kitabın bir yerinde durup,"Anlamadığım şey,bu adamın nasıl olup da yarım asır önce bu duyguları bu kadar şiirsel ve filozofça yazdığı" diyordum İpek'e.Altını çizip duruyordum.Sanki içimde çözemediğim ne varsa elini attı ve buldu gibi oldu okurken.Sanki beni sakinleştirip bir köşeye oturttu,anlatmaya başladı.O kadar çok anlattı ki yüklerden başım ağrıdı ama o koltuktan mutlu ve de dolu kalktım gibi oldu.
Ne desem boş,adam şahane!

Sezen Aksu:Bazı insanların dünyaya sadece anlamak,çözmek ve de anlamayanlara anlatmak üzere geldiğine inananlardanım.Sezen de onlardan biri.Onu dinlerken bir insan nasıl olur da böyle bir cümle kurar,ölsem aklıma gelmez deyip duruyorum.Bazen bir şarkısını sırf o kısmını birdaha söylesin diye yeniden açıyorum.İçimdeki her düğümü teker teker çözüyorum."Yıllardır anlatmak isterken,bak bir anda ne buldum" diye herkese dinletiyorum.İçleniyorum,iç çekiyorum.Onun yeri bir başka,o alem başka bir alem.

Seyit Ali Aral:Penguen dergisinde "İçli Köfte" köşesinin yazarı.16 yaşından beri okuyucusuyum,hiçbir zaman sayfa atlayarak gitmedim.Bu yüzden heyecanlı olsun diye biraz da heyecanla onun köşesine doğru ilerledim ve de okuduktan sonra yüzüm güldü.Hep ama hep aynı şey oldu bu 7 yılda.Okurken daha önce hiç fark etmediğim ayrıntıları fark ettim,"sevgiliyle yapılması gerekenler" bölümünde yaratıcılığına şaşırdım,"cesareti olan" tavsiyesiyle biten bütün yemek tariflerine burun kıvırıp "bunlardan bişi çıkmaz" dedim ama tarifler bile bir başkaydı.Beni benden alıp,başka kelimelerle de cümle kurulabileceğini gösterdi o.Nasıl müthiş biri,nasıl!Acil tanışmalı.

Ayşe Arman:Oha ya ne alaka diyecekler var biliyorum ama açıklamama izin verin:) Bu aralar kalıcı işler yaptığını itiraf ederek başlamak istiyorum ki,kadının enerjisi,kendini motive etmesi ve özgür ruhu bana iyi geliyor.Hayatım boyunca sahip olmak istediğim enerji ve özgüvene sahip.Temposunu hiç düşürmeden kırklı yaşlarını falan dinlemeden bir oraya bir buraya koşarken her şeye yetişmeye çalışmasını seviyorum.Düşünceleri falan değil,yazdıkları hiç değil ama kişisel özellikleri bana ilham veriyor diyebilirim.

Elif Şafak:Kişilik olarak son derece sıkıcı bulsam da,yazdıklarının kendi kendini tekrar ettiğini düşünsem de çok zeki bulduğum,duruşunu ve düşüncelerini sevdiğim,tüm kitaplarını okuduğum Elif Şafak,seviyorum seni!

Gabriel Garcia Marquez:Gördüğüm bütün Kolombiyalılara adından önce "Do you know G.Garcia Marquez?" diye soran biriyim,varın gerisini siz düşünün.İspanyolca değil Türkçe okuduğum halde bile bu kadar şiirsel,bu kadar ahenkli nasıl yazılır diye kara kara düşünmeme sebep olmuş ustadır kendisi.Kolombiyalılar bile kendisinden "İnanılmaz bir dili var,büyü gibi" diye bahsediyor,ben nasıl hayran olmayayım!

Murathan Mungan:Okula söyleşiye geldiğinde "Yazdıklarına on,kişiliğine sıfır!" diye bi yazı yazmıştım.Kişisel olarak fazla kibirli,kendini beğenmiş biri ama konuşurken bile ağzından öyle cümleler çıkıyor ki "Yok abi,bu çıkarımı yapması için sıttın sene düşünmüş olması lazım" demekten kendimi alamıyorum.Bazı şeyler çoktan çözmüş,hatta o kadar erken çözmüş ki,"Sizin o okuduğunuz ve hayran olduğunuz cümleleri yazmak beş dakikamı almıyor" demiş bir röportajında.Belli zaten,konuşurken anladım.Her zaman okumalı,nasiplenmeli.

Tüm bunlara kendi fikirlerim de eklenince her şey bir şey oluveriyor.
O da ben oluyorum.
Ben de buraya yazıyorum.Kader.

9 Nis 2013

Uzun bir ilişki nasıl yürütülür?

Bi keresinde Murathan Mungan'ın bi röportajını okumuştum.Gazetecinin "Neden bu kitabınızda aşka yer vermediniz?" sorusuna "Çünkü aşk çok baskın bir kavram.Ondan bahsedince geri kalan her şey önemsiz kalıyor" demişti.
Belki de bundan,yazmadım nice zamandır.
Bugün okuldaki bir Türk arkadaşım,2 yıldır birlikte olduğu sevgilisini karşılamak için Londra'ya geçti.
Onun adına çok mutluyum.Para biriktirip kendisini görmek için buralara gelen bir sevgilisi olduğu için çok şanslı.Gözlerinin içi gülüyor,heyecandan uyuyamayacağını söylüyordu anlatırken bana.Ne kadar güzel duygular olduğunu unutmuşum,onun sayesinde hatırladım.
Geçen gün "Before Sunrise" ı izledim.İzlerken de içim gitti.Her şeyin doğal akışında gelişmesi,hele hele plak dinledikleri sahnede ben bile heyecan yaptım.Biri için kalbin hızlı hızlı çarpması çok güzel.
Fakat gelgelelim,uzun ilişki yürütebilecek potansiyele sahip insanlar kategorisinde bile değerlendirilemeyecek kadar taş kalpli,bir ilişkinin kahramanı olamayacak kadar da "figüran"ım.Bunu bugün bir blogda okudum," ...bir yardımcı oyuncum daha olsun. yardımcı oyuncu diyorum çünkü ben hala daha kahraman olabilecek kadar salağım...''  diyordu.Tam tersiyim,her şeyi berbat eden de benim-her zamanki gibi.
Bu bir yetenek işi olmalı çünkü düşünüp düşünüp tüm yollar teker teker kapandığında geriye bir tek bu cevap kalıyor.Diğer bir cevap ise,Ayşe Armanla röportaj yapan Canan Tan'dan geldi ve okuduğum o an,beynimde bir ışık yandı.Aslında tastamam aynı şeyleri düşünmemize rağmen,muhtemelen o yazar olduğu ve duygularını ifadede zorlanmadığı için,benden kat be kat güzel bir şekilde ne demek istediğimi anlatmıştı:"Bir insanın beyni yüreğinden önce adım atıyorsa,o insanın körkütük aşık olma şansı zaten olmuyor,beyin izin vermiyor.Ve aşık olmak bir yetenek...Bu yeteneğin bende olmadığına inanıyorum"Olmuyor gerçekten de...Kolay aşık olabilecek potansiyele sahip biri olarak yaratılmamışım,elimde değil.Yalnız ve Sabahattin Ali'nin dediği gibi "Dünyadan ziyade kendi dünyamda yaşamışım".Şimdi kalkıp da eninde sonunda acı çekeceğimi bilmek kulağıma pek hoş gelmiyor.
Geçen gün Katrinayla konuşurken aramızda şöyle bi diyalog geçti:
"Sevgilin yok dimi Haz?"
"Yok.İstemiyorum da.Benim için fazla acı verici"
"......Dinle canım:Sakın unutma,aşık olmak hiç aşık olmamaktan çok daha iyidir.En azından acıdan dolayı seni güçlendirir"
Onu bunu bilmem ama olmuyor,yapamıyorum elimde değil.
Ha bu arada başlıkta sorduğum sorunun cevabını da bilmiyorum.Kimse bişi ummasın boşa.

2 Nis 2013

Başlıklar.Başlıklar.

    Merhaba.
    Burada, bizim "Paskalya Yortusu" dediğimiz şey "Happy Easter" olarak kutlandığından ötürü,dört gün önce eve geldiğimde masamın üstünde yumurta şeklinde çikolatayla bir kart buldum.Katrina bırakmış,baharın gelişini kutluyordu.Çok ince bir davranış olduğunu söylemem gerekiyor.Ayrıca bu paskalyalarından dolayı 4 gün tatil oldu ben de bu yüzden kardeşimle beraber Londra'ya kaçtım.Artık kurdu oldum diyebilirim.Metro kullanmakta uzmanım,nerde ne var neredeyse hepsini öğrendim ve hatta gittim de.En ama en güzeli ise Singin'in the Rain müzikaline gitmek oldu!Hayalimi gerçekleştirdim,sonunda alkışlarken gözlerimin dolduğunu hissettim.Müthişti,tek kelimeyle müthişti.Filmini daha önce izlediğim için gördüm ki karakterlerin vücut dili,sesi bile aynı oynanmış.En ufak bir kusur göremedim,muazzamdı.Londra desen zaten cennet.Çok pahalı olması dışında dibine kadar özgürsünüz.Bunu da anlatıcam ama önce gittiğim yerlerden bahsedeyim.Katrina'ya anlatınca "Oh my God!" dedi çünkü tam tamına 14 tane yer gezmişim.
    Parayı idare etme İpek'e,planlama programlama ise bana aitti.Gideceğimiz yerleri araştırdım,yazdım,metrolarına baktım.Bildiğin bir rehber gibi olmuştum.Gezerken tarihçesini de anlatır hale gelince İpek birdenbire:"Nasıl yapıyosun bunu?" diye sordu.
    "Neyi?"
    "Bu kadar şeyi diyorum,nasıl aklında tutuyosun?"
    ".....Sadece merak ediyorum,ondan."
    Gittiğim yerlerin listesi efem.Bilgi almak isteyen olursa maillerinizi beklerim,tura para vermeyin sakın hahaha:)

    -National Gallery
    -National History Museum
    -Victoria and Albet Museum
    -Hyde Park
    -Kensington Park/Kensington Palace
    -Covent Garden
    -Piccadily Circus
    -Portobello Road
    -Camden Town
    -Oxford Circus
    -Brıtısh Museum
    -Trafalgar Square
    -London Eye
    -Bıg Ban
     

 Hocaların da üstüne basarak söylediği ve benim de gözlemlerim sonucunda farkına vardığım bazı noktalar var:Bir kere her İngiliz,işini layığıyla yapıyor.Savsaklayanına daha rastlamadım.Herkes neşeli,güleryüzlü.Kırk beş saat muhabbet edebilir,bir gece önce gittiğiniz partide tanıştığınız insanlardan bahsedebilirsiniz,herkes bekliyor.Gık demiyorlar.Sıra konusunda aşırı hassaslar,asla bir başkasının sırasını çalamazsınız.Uyarıyorlar,hatta iş polisin gelmesine kadar varabiliyor.
Çok kibarlar,gerçekten.Markete bile gittiğinizde "Merhaba,nasılsınız?" diye soruyorlar.Türkiye'de olsa,"Bu şimdi durduk yere neden bana nasılsın dedi?Yazıyo olmasın?" falan deriz!Halbuki burda adet bu:Birbirlerini görünce "Günaydın"-"Nasılsın?"-"Teşekkürler"-"Lütfen" kelimelerini kullanmadan cümle kurmuyorlar gibi bi'şey.
Özgürler,özgür düşünüyorlar.Zaten İngiltere faşizmin neredeyse yok denecek kadar az olduğu ülkelerden biri.Her dine,dile ve ırka saygıları var hatta cinsel tercihinize bile."Asla" dedi hocam Scott "Asla bir insanı cinsel tercihinden,dininden ya da dilinden dolayı aşağılayamazsınız.Bunu yaparsan tutuklanabilirsiniz.Burası özgürlükler ülkesi,kimsenin yaşam tarzına ve isteklerine karışmaya hakkınız yok.Yeter ki kuralları çiğnemeyin ya da birine zarar vermeyin"
Aynen öyle abi.Burası Londra metrosunda kapı açıldığı sırada ellerini iki yana açıp "DARAAAAAAA" diye bağırıp kahkahalarla gülerek gidenlere,el ele tutuşup öpüşerek müzikale gelen gaylere,hayvan kostümü giyerek dolaşanlara,sokak ortasında dans edenlere,saçlarını pembeye boyayıp file çorap ve mini etek giyen erkeklere,saçlarını turuncuya boyayan kasiyerlere sonsuz bir özgürlük imkanı sunuyor.Hadi sıkıyorsa bir gay e "Ne aptalsınız" de ve ittir.Bak bakalım noluyo.
Burada ayrıca enteresan olan,İngilizlerin Allah hakkında başkalarıyla konuşmaması."Bunu kimseye soramazsınız" dediler "Kendi tercihleri".Ve ve inanmayacaksınız ama burdaki evli çiftler birbirlerinin ne kadar maaş aldığını bilmiyormuş.Muhtemelen ayrı bütçe yapıyorlar.Hatta ve hatta hoca bugün "Kim babasının ne kadar para kazandığını biliyor?" dediğinde İsviçreliler ve Türkler el kaldırdı,acayip buldular hahaha:)

Bu kadar özgür ve suç oranının düşük olduğu bir ülkeden kendi tutucu ve zaman zaman sinir bozucu olan ülkeme bakınca neden geri kaldığımızı anlıyorum.Bazı şeyleri özgür bırakmalı,aksi takdirde gelişmek zor ve zaman alıcı.Bir hayli de yıpratıcı...

Bu arada Bournemouth'da bugün hava 9 dereceydi ve herkes kendini parklara,sahillere atmıştı.Ayakkabısını çıkaran denize koştu hatta denize girenler bile vardı.Kahkahalarla güldüm,çok saçma yaaa yavrularım güneşe hasretler,bi gıdım güneş görünce bokunu çıkarıyolar:)

Bu arada burda level atladım.5ten 6ya çıktım,bana hayırlı olsun:)
Sii yuuu.
Gelişmelerle yeniden karşınızda olacağım.