5 Kas 2014

Tükenmişlik sendromuna yakalandığını sanan Hazal'ın dramı

Uzun zamandır üzerime karabasan gibi çöken ve enerjimi azar azar emen mutsuzluğu halen üzerimden atabilmiş değilim.
Bugün, hatta az önce tükenmişlik sendromuna yakalandığıma karar verdim. Hayat amacım kalmadı sanki, ne istediğimi bilmiyorum.
Kurt Cobain'in neden günlerce yatağından çıkmadığını mutluyken anlayamamıştım ama şimdi anlıyorum. Çünkü mesela yarın işe gittiğimde yöneticim bana, "Hazalcım git birkaç gün dinlen" dese, ilk yapacağım şey yatağa yatıp uyumak, uyanınca da belirli bir süre amaçsızca tavana bakmak olurdu herhalde.
Gerçi bugün Bahar'a, "Botanik Park'a koşmaya gidelim mi?" dedim. "Telefonları kapatırız, mail falan da almayız. Sadece birkaç saat hiçbir şey düşünmeden koşar koşar stres atarız." Mutsuzluğumun bir virüs gibi etrafa bulaştığı ve son derece aksi, lanet bir insan olduğum şu günlerde Bahar'ın bana büyük bir sabırla katlanmasını ayakta alkışlıyorum. Dünyanın en tatlı iş arkadaşı olabilir.
Kafam birçok konuda son derece karışık durumda.
Yapmam gereken birçok şeyi yapamıyorum, tabiiki belirli sebepleri var.
Uzun zamandır aklımda olan bir şeyi hala hayata geçirmiş değilim. Darda kaldığımı hissettiriyor haliyle.
Halbuki kendimden de son derece sıkıldığım için alışveriş yapıp, saçıma fön çektirmiştim. Kuaförün dakikalarca süren konuşmasına sadece "Hı hı" sesiyle karşılık vermiş olduğumdan dolayı kendisini suçlu hissetmiş olacak ki, yarı mahcup "Başını şişirmedim umarım?" dedi. "Yok yok" dedim, "Ben alışkınım"
Her gün 3764736 tane insanla görüşüyorum ve çok konuşan insanları dinlememek gibi bir nevi karşı koyma mekanizması geliştirdim. Kendimi onlardan uzak tutmaya gayret ediyorum.
Pazartesi günü yöneticim, "Çok güzel olmuşsun, sende bir haller var" dedi. O gün ofisteki herkes beni çok beğendi. Onlara kendimden çok sıkıldığımı ve değişiklik yaptığımı itiraf ettim. Değişim olmadan gelişim olmuyor ayağı falan.
Kendimi kelimeler konusunda serbest bıraktım, ne düşünürsem söylüyorum ama istediğim bişi değil tabi.
Bakalım nasıl atlatacağım, görücez.
Tükenmişlik sendromu havalı bir şey gerçi, buna da yakalanmadım demem artık.

1 Kas 2014

Mesaj kaygısı olmayan yazı

Bu yazıyı sadece kendim için yazıcam.
Ne düşünüyorsam, ne hissediyorsam ayna gibi olsun istiyorum.
Hiç kimseyi tenzih etmek niyetinde değilim, üstüne alınması gereken tek bir kişi bile olmamalı.

Yine bir "Nasıl yani? Hiç mi etkilenmedin?" sorusuyla karşı karşıya kaldım.
İnsanların etkilenmekten kastını anlayamıyorum. Ne demek istiyorlar acaba?
Kimi insan oturup sabahlara kadar ağlar.
Kimi insan oturup battaniye falan örer.
Kimi insan da arkadaşlarını toplayıp sabaha kadar küfreder.
Halbuki benim başıma geldiğinde sakince "Televizyonda ne var?" diyorum ve insanlar bunu nedense çok garipsiyor.
Belki de öyledir, bilmiyorum ama kendi kendimi teskin etme yöntemlerini bulalı çok oldu gibi geliyor.
Allah'ın çok ama çok sevgili kuluyum. Buna kalben inanıyorum.
Çünkü ne zaman dara düşsem, ne zaman sıkıntıdan yüreğim çatlayacak gibi olsa mutlaka bir işaret görürüm. Bir sabah vakti  ezan okunurken çat diye uyanıp, "Allah'ım bugün çok yoğun ve stresli geçecek, sen bana rahatlık ver" diye dua edip uykuya daldığım günün rahatça bitmesi;ya da 14 yaşında bir kızken o yaz gecesi balkonda oturup gökyüzüne baktığım sırada "Yarın nasıl geçecek acaba? Hiç tanımadığım 50 kızın arasında ne yapacağım?" diye düşünürken aniden "Masum Değiliz" şarkısının çalması ve Sezen'in "Kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan... İçindeki çocuğa sarıl, sana insanı anlatır" demesi, arkasından Mazhar Alanson'un "Benim Hala Umudum Var" a geçip, "Bu da geçer gülüm, bizden bu kadar" diyerek bitirmesi bir tesadüf müydü?
Zannetmiyorum.

Ne zaman bir şey bitse, bilirim ki o kapı yeni ve daha güzel bir şeye açılır.
Sizi bilemem. Fakat benim kapattığım hiçbir kapı daha kötüsüne açılmadı.
Zamanla anladım ve tecrübe ettim ki, eskiden üzülüp de bitmesin istediğim ama bitiveren her şey bana daha da hayırlısıyla geri döndü. Bir sonraki gelene veya yaşanana hep duacı kaldım.
İnanıyorum ki bundan sonra da böyle olacak.
Ayrıca değiştiremeyeceğim şeyler için oturup saatlerce ağlamayı zaman kaybı olarak görüyorum. Bu herhangi bir şey olabilir; giden bir eşya, dökülen bir yemek veya bırakılan bir el.
Olmayınca olduramıyorsun.
Bu yüzden bugün, o soruya şöyle yanıt verdim: "Tahtaya yazdığın şeyi silmen gerekiyorsa sileceksin. Sileceksin ki, arada bir arkana bakıp 'Acaba orada ne yazıyordu? Tekrar okusa mıydım?' demeyeceksin."
Elini de kaldıramayacağın taşın altına koymayacaksın.
Önce kendini bilecek, tanıyacaksın. Benim sınırlarım neler? Hangi sınırlar bana sınır olur da içinde dolanıp durur, nefes alamam?
Bunları bilince insan, bir duruşu da oluyor.
Daha net karar veriyor, hızlı aksiyon alıyor.
Sonra da tahtayı silip yeni bir hikaye yazmanın peşine düşüyor.
Sizi bilmem ama bende olan biten bu.

İşte tüm mesele bundan ibaret.