31 Eki 2010

deniz.güneş.soğuk.müzeyyen senar.

Bugün babam bizi Kurşunluya götürdü."Deniz kıyısında açık havada yemek yemek ister misiniz?" dedi.
İsterdim, isterim her zaman.
Yeni yapılan yollardan geçtik.Zeytin toplayan insanlar gördüm."Aaaaaaa İpek baksana ne güzel zeytin topluyolar bizde gitsek ya" dedim.Hava soğuktu ama çok güzeldi çok yürünesiydi.
Bir müddet sessiz kalıp izlemeye devam ettim.Güzelliklerin çok olduğu yerlerde susup bakmak gerekir.İçime sindirdim.Tüm evlere baktım.Tek tek ama birarada çoktular.Hepsinin içine girip bakmak istedim."Burda fotoğraflık çok yer var keşke yürüseydik.Aaaaaaa yemişe bak" dedim.
Babam bu kez tutturdu:"Hadi tracking yapalım" diye.Yetmedi birde Karadeniz turu istedi falan.Bünyesini aşan şeylerde ısrarcı biraz.

En sonunda bir yerde durdu,bu keyifli yol da son buldu ama yeni bir macera başladı.Denizin hemen yanına,kumsala atılmış masalar,kendin pişir kendin ye ortamı...En bayıldığım şey."Burası mı?" dedim."Nereden bulursun bilmem ki..."
Benim babam çok zor ama bir o kadar da sürprizli bir adamdır.Onun bilip de sık sık geldiği bazı yerleri yeni yeni öğreniyorum.Mutlu da oluyorum esasen.Baba kız takılmak,eğer o iyi günündeyse saadet ve esenlik içinde geçen bir gün oluyor.İyi değerlendiriyoruz.

Bir masa buldum oturdum kumsalda.İpek ve babam tuvalet bulmak için gitmişti.
İzledim denizi,dağları,ardından batmakta olan güneşi.Montuma daha sıkı sarıldım.Çok ama çok güzeldi.Meğer ben denizi çok özlemişim falan.Aklıma Zeynep geldi,hemen manzaranın bir fotoğrafını çekip altına "Keşke sende burda olsaydın.Kurşunludan sevgiler" yazıp yolladım.O fotoğrafı şimdilik buraya atamıyorum ama bilin ki çok güzel çok havalı bişi.


Bu akşam çok keyifli bir yemek yedik gerçektende.Birkere bir erkeğin mangal başında et pişirmesi ve kadının yemesi ve benim de bu durumu izliyor olmam süper keyif verici."Mangalı yapan kişi asla aç kalmaz bunu unutma" diyen babama gülmek de cabası.
Fakat tek eksik vardı;sonbahara denize güneşe en çok yakışan Müzeyyen Senar.
Olsaydı bir "Kırmızı Gülün Alı Var" fena mı olurdu yani?




27 Eki 2010

büyü

Bu gece, 1.85 boylarında otuz yaşında bir adam bize büyü yaptı.
Önce arkadaşı geldi oturdu bir piyanonun başına.Bir şeyler mırıldandı,hayran hayran onu seyrettik.Ardından "büyücü" geldi.Simsiyah giyinmişti.Sandalyesine oturdu.Hoşgeldiniz dedi.Nefesimizi kesmiş yüzüne bakıyorduk,tam dört yüz kişi.
Başladı kehanetini göstermeye.Garip sesler çıkardı önce.Sonra büyüsünü okudu bize.Eşlik etmemizi istediği yerlerde başını eğdi,parmakları havada hayali bir çizginin üzerinde gezdi.Kumanda edilmiş gibi usul usul tekrar ettik söylediklerini.Anlayamadık dediklerindeki efsunu bir türlü...
Boyundan büyük laflar etti.Bir ara öğüt verdi;sanki karşısında küçük bir çocuk varmış gibi parmağını salladı boşluğa.
Büyüsünü aynı anda dört tonda sesten söyleyip hayrette bıraktı bizi.Seslendiği mikrofonu kenara atıp da bağırdığı oldu.
Hipnoz olmuştuk.Anlayamıyorduk.Gözleri mütemadiyen kapalı olan ve onları sadece teşekkür etmek için açan şu incecik adamın söylediklerinden nasıl bu kadar etkilenmiştik?
Suç bizdeydi.Kendimizi, tamamen kendi irademizle bir adamın ellerine teslim etmiş,loş ortamda adeta anlaşmışcasına sırf konsantrasyonu bozulmasın diye çıt dahi çıkarmamaya yemin etmiştik.Ne zaman isterse o zaman eşlik ediyorduk.
Bu büyüden çok etkilenen biri olarak anladım ki,bu incecik parmaklı adamın hayatındaki en önemli üç kelime,"korkmak" /"yağmur" ve "gitmek" ti.Tüm büyülerinde bu üç kelime vardı.
Aşık olduğunu düşündüm.En azından bir hayali "kadın"a.Yoksa bu kadar içten kehanet yapmak olur mu?
"Şu büyüyü birdaha yapsana" demek istedim.Baktım ki çok alkış aldı.
Sanki playlistte aynı şarkıyı "birdaha birdaha söyle " yapmak gibi oldu.
"Kim o siyah saçlı kız?" da diyemedim.Halbuki çok merak etmiştim.Neredeyse tüm büyülerde ya siyah saçlı kız saçını kesiyor yada gidiyordu.
Bir ara "Emir" verdi.Ben bunu ilk kez duydum.Sonra bayılmışım,hatırlamıyorum.
Büyülerinin adını merak edenler için:Yağmur/Summertime/Nereye gidiyorsun?/Emir/Ben Geldim/Gül Güzeli/Bana Özel filan gibi tuhaf isimleri var.

Dedim ki sonra,oturduğu yerden herkesi aynı anda transa geçirip hipnotize edebilen,gözleri dolduran,tüyleri diken diken eden,duyduğum ve duyabileceğim en güzel en anlamlı ses "onun" sesiydi...
Daha önce izlediğim dinlediğim herkesi temiz bir bez yardımıyla sildim.

Adını merak edenleriniz için:Cem kendisi.Cem Adrian.
"Israrla isteyiniz"

22 Eki 2010

"bana bitmeyen bir tek şey söyle"

Acayipmiş bak.Yıllarca aylarca konuşmaya çalıştığın,uğraştığın,"ne olur bitmesin" dediğin her şeyin bir anda bittiğini görmek...
Çünkü sen çok uğraş veriyosun.Olsun istiyosun.Dualar ediyosun.
İstemiyor ama karşı taraf.Olmuyor bir türlü.Korkuyor.
Sonra araya aylaaarr yıllarrrr giriyor.İki tarafın da hayatı değişiyor:yeni insanlar,yeni ortamlar,uğraşlar filan...Sonra geriye bir dönüp bakıyorsun ki beklediğin insan çok uzaklarda kalmış.Aradaki insan sayısı fazla olduğundan sadece bağırarak sesinizi duyurabilirsiniz artık birbirinize.
Fakat mucizevi bir şey oluyor bu sırada:Bir bakıyorsunuz,o çoktan uzakta kalmış insan evladı başlıyor o insan kalabalığını yara yara yanınıza gelmeye.Daha doğrusu çalışıyor bu amaç üzerinde.Siz bakıyorsunuz şöyle bir,arada bir sürü amaç insan yada başka şeyler."Gelemez ki" diyorsunuz."Gelse de aynı siz aynı siz olmayacaksınız",hissediyorsunuz."Köprüler baraj maraj oldu kaç yazar "diyorsunuz.Fakat hakikaten de karşı taraf yanınıza gelmek istiyor,bir şeyler başlasın istiyor yada sizin hala onda olduğunuzu düşünüyor.
Bozmuyorsunuz vaziyeti,kırmıyorsunuz.Bırakıyorsunuz düşünsün taşınsın,kendi kafasına göre takılsın.
Artık dua eden taraf siz değilsiniz,belli.
Artık gözüne bakan siz değilsiniz,belli.
Napalım yani.

18 Eki 2010

vay anasını sayın seyirciler!

Ne anladım biliyo musunuz?
Mesela ben şimdi bi arkadaşımla kanlı bıçaklı oldum diyelim.Bu durumu arkadaşlarıma kendi bakış açımdan anlatırım.Karşıdaki de kendi arkadaşlarına kendi bakış açısıyla anlatır.
Fakat kendi adıma konuşursam eğer,ben tamamen objektif olduğumu düşünüyorum.Yani meseleyi aynen konuşulduğu gibi aktarıp sadece kendi yorumlarımı katıyorum o kadar."Allahı var,şöyle de iyidir" derim.İnkar etmem filan.Bu konuda kendimi takdir ederim.
Fakat bazen bakıyorum da karşı taraf,müthiş şişkin bir egoyla bakıyor olaya.Kendini birden inanılmaz haklı buluyor.Sanki ben böyle bir çırpınıyomuşum da o çok değerliymiş,bana haddimi bildirmiş gibi bir tavır takınmayı kendine hak görüyor.
Ki onu geçtim,o bayıldığı gülüşüm ve hayat enerjim,şimdi gözüne batıyor,kocaman bir nokta gibi görünüyor.Hayatı sadece "lay lay lom galiba sana göre sevmeler" şeklinde gördüğüme kesin olarak inanıyor.Ki bunu gidip başkalarına anlatsa,"Nasıl takıldın sen bu kızla?" falan derler diye düşünüyorum.Sonra bir bakıyorum,bana kalkmış zamanında "Sen hiç yaşıtların gibi değilsin,tam aradığım gibisin" demiş,fikirlerime değer vermiş.Hayata hiç de onun şu anda dediği cinsten bakmadığımı adı gibi biliyor.Ve bunu bildiği halde bu şekilde bir tavır sergileyerek bana sadece kocaman bir "YAZIK" dedirtiyor, o kadar.
Geçen zamanıma yanıyorum sadece.Keşke hiç konuşmasaydım.Keşke hiç karşılaşmasaydım.
Keşke bu kadar zıt bu kadar tutarsız bir kişilik çıkmasaydı.
Keşke beni bu kadar şaşırtmasaydı.
Ama durun bi dakika durun,benim de ceza günüm gelecekmiş.Beklemedeymiş.
Sevgili iyilik meleği,hatasız kul:Umarım benim en büyük cezam seninle birdaha karşılaşmak olur.
Saygılar.

17 Eki 2010

noldu biliyo musun?

Cumartesi günü pasta kursunda pasta yaparak geçti.Yorgunum argınım.Annem dönüşte "Anneanneniz bu akşam sarma yapıp getircek" dedi.Elimde de o sabah yaptığımız bilimum alışverişlerle annemin evimizin kapısını açmasını bekliyorum.Bir yandan da acayip mutlu oldum vay anasını sarma geliyo ayağına...
Annem kapıyı bir açtı,içerden mum ışıkları görünüyo.Hemen girişe "Happy Birthday" yapıştırılmış,yanında da "DUR!SESLİ OLARAK ÜÇ DİLEK TUT VE MUMLARI ÜFLE".
Haydaaaaaaaaaa!!Anneanne geldin de ne zaman yaptın bunları-ey salak kafam-.Vayyy mum da yakmış romantik.Yerde de mumlardan kalp var,ortasında da kelebekler...
Şöyle salona doğru bakıyorum.Mumlardan İ ve H yapılmış.Başımı uzatıyorum,acayip güzel bir sofra hazırlanmış.Ohaaaaa anneannem neler yapmış-hala idrakine varamayan salak ben-.Yerde de balonlar var,ooooo diyorum bak sen bizimkine!
Birden bir şarkı çalmaya başlıyor."Özledim seni düştüm yollaraaa/Açtım gönlümü rüzgarınaaa"
Aaaaaaaaaaaaaaaa benim en sevdiğim şarkı bu!Ama bunu adamakıllı bir Ayça bilir...İçerden kikir kikir bir gülümseme..."Ayçaaaa???" diyorum.
Bir de bakıyorum ki bizim altın kızlar tastamam karşımda duruyor.Aaaaaaaaa ZEYNEP SENİN NE İŞİN VAR BURDAAA?"Hazal ben ayın 18inde gelicem çok mu geç?" dediğinde,yok ya dedim ama bildiğiniz saydırdım içimden bu ne kadar geç ya zaten özledim diye:)
Aaaaaaaaaaaa TUĞÇEEEE SEN NE ZAMAN GELDİN?Kendisi İzmirdeydi.Hiç beklemiyordum.O kadar şaşırdım ki sarılıp durdum.O anlar hep rüya gibi.
"Bu gece size özel 25 tane şarkımız var" dedi Ayça.Ah Ayça!Hep senin başının altından çıkıyor hep.Canım benim...
Çok mutlu oldum.Sofrada hep onlar servis yaptılar,bizi hiç kaldırmadılar.Yemeklerin hepsini de anneleri yapmış zaten...O kadar duygulandım ki...
"Bu akşam burda kalıyoruz" demeleri de,sevincimi ikiye katladı.Acayip mutlu oldum.
Önce hediyelerimizi verdiler,hepsi birbirinden güzel.Hep de ihtiyacım olan şeyler bide.Bağrıma bastım birer birer.
Sonra şöyle oldu:Işıkları söndürüp "Sakın dışarı çıkmayın" diyorlar,mumlar yanıyor sadece.Pastamızı getirecekler.Bekliyoruz.Sonra birden önce Zeynep sonra Ayça içeri giriyor hoplaya zıplaya "İyiki doğdun"lar eşliğinde.Birde ne göreyim,ikisinde de aynı pijama!Pembe ve tavşanlı.Ardısıra Tuğçe ve Ece de öyle.Ece pastayı tutuyor elinde,Tuğçe bizim pijamalarımızı.
Sen çık çarşılara git al.Allahım gülerken yerlere düşüyordum nerdeyse.Önce apaçi dansı eşliğinde pasta kestik sonra hemen bizde giyindik ve o halde Ankara havasından "şişeler"i,göbek havasını ve çiftetelliyi oynadık.Apaçi dansını yaparken,kızlar bende özel bir ışık olduğunu ve bunun bana yakıştığını söyleyip yarım hilal şeklini aldılar ve sadece bana o "özel dansı"yaptırdılar.Yapabiliyomuşum.Gülmekten ölüyoduk...
Ve tüm gece sabah 04:30a kadar,kahveler fallar,yüzük falları(ki bu sırada Tuğçenin saçı alev aldı ödümüz patladı),hayatımızdan gelen geçenlerin adları sanları,hayata bakış açılarımız,"ya aslında"larımız,"lanet olsun onu tanıdığım güne" insanlarımız,Tuğçenin tuvalette kilitli kalmasıyla gülmekten yere düşüşümüz,meyve tabakları ve çikolatayla geçti.Muhabbet hiç bitmedi,bizde bitmez zaten mümkün değil...
Sabah da mükellef bir kahvaltı ve içilen kahvelerin ardından gün sona erdi...

ALLAHIM LÜTFENNNNN LÜTFEENNN BİZİ AYIRMA dedim içimden.Frekanslarımızın bu kadra tutması,hayata bu kadar doğru açılardan bakmamız,mizahımızın bu kadar tutması,ortamın sıcacık olması...O kadar o kadar güzel ki.
Mesela annelerinin bile arayıp doğumgünümüzü kutlaması,bize yemekler yapmaları o kadar gurur verici ve duygulandıran şeyler ki,öyle saf öyle temiz ki...
KIZLAARRR!!!SİZİ ÇOK SEVİYORUM.
İYİKİ VARSINIZ İYİKİ HAYATIMDASINIZ...
ÖYLE DEĞERLİSİNİZ Kİ...

14 Eki 2010

sevgili günlük

Dün benim doğumgünümdü biliyo musun?
Çok acayipmiş 21 olmak.Yani neden bilmem ama 18 yaşına bastğımda kendimi daha büyük hissetmiştim.Bilmiyorum ki yeni sorumluluklardan,sinemalardaki +18 ibaresinin kalkıp ehliyet almamdan mıdır?Ama sanmam.Nedeni pek bi muallak..
20 çok küçük bir yaş.İŞ HAYATI+SİGORTA+SENDİKALAR+VERİMLİLİK için fazla erken fazla çocuk..."NEEEEEEEE??" demek istiyorum.Tuhaf kavramlar.Yüzleşmek istemiyorum.
21 daha bi aralık yaş."Teenage" likten çıkış gibi.Tuhaf.Bir şey hissedemiyorum.Dokunamıyorum.

Bu doğum günümde arayan soran çoktu yine.Sabah kapımda bir arkadaşım beliriverdi.Çok beklediğim bir kitap "Sürgündeki Prenses:Süreyya" elime geldi.Bir de plağımız oldu "Çok severim John Travolta'yı" dedim.Çok mutlu oldum.Çiçekler çok güzeldi...
Facebooktan çok mesaj gelmiş.İnanılmaz mutlu ediciydi hepsi.Şunu anladım ki gülüşümü çok seven çok insan varmış.Herkes oy birliğiyle benim daha çok gülmeme ve güldürmeme karar vermiş.Zaten yaşayamam ki dudaklarım kulaklarıma doğru yayılmasa...Hayat basit ve yavan olurdu zira.
Çok sevenim varmış meğersem.Yaaaaa!!!!Öyleymiş vallahi.Çok mutlu oldum buna.Dileklerin hepsi çok içtendi.Oturup anılarımızı yazanlar,gül-güldür,mutlu ol diyenler...Hele birisi bir tabir kullanmış ki bayıldım:"Melek gülüşlü".
Çok duygulanıyorum ama yaa,olmuyor böyle.Oturup ağlatmaya hevesli bu insanlar beni...

Pasta kesen,evime gelen başka canım arkadaşlarım da vardı.
Canıma can kattılar,neşeme neşe.
Ben onları her zaman yanıbaşımda görmek isterim...

Dayım ve yengem,elbirliğiyle Siesta Cafede süper bir yemek ısmarladılar.Çok eğlenceliydi gerçekten de.
Limonlu tavuk diye bir şey de varmış ya.Balık gibiydi.Çok hoşuma gitti.
Muhabbeti tatlıyı yemeyi seviorum.Dayıcım seni daha çok seviyorum.Hayat seninle daha eğlenceli...

Eylül ise onu görmeye gittiğim evde kapıyı açar açmaz,ayakkabı giymeye tenezzül dahi etmeden koşarak boynuma atladı,sarılarak "Hazal doğum günün kutlu olsun" dedi.Sanırım pembe tokalarından da hediye yapmış.
Dünyanın en sıcak,en samimi hediyesini verdi bana...

Arayan soran arkadaşlarım,aile üyelerim...Nasıl mutlu ettiniz beni bir bilseniz.
Küçük dokunuşlar benim için daha önemliymiş günlük...
Şöyle bir baktım da,insanın bu kadar çok seveninin olması tek kelimeyle şahane bir his.İyiki yanımdalar,diyorsun hep.İyiki güldüğüm de ağladığım da onlar diyorsun.
Çok seviyorsun onları.Bağrına basıyorsun.Kucaklıyorsun...
Çok teşekkür ediyorsun,yaşattıkları her şey için...

p.s:"Kutlu Hazal Haftası" pazara kadar devam edicekmiş.O gün hediyelerimiz verilecekmiş.Vay be!:)


9 Eki 2010

bak- imren -sev

Bugün alışveriş sırasında fark ettim de hep aynı kazaklar var reyonlarda:Aynı renk aynı model ve hep bağlamalı mağlamalı.

O zaman fark ettim ki beni cezbeden şeyler,uyumsuz alakasız ve çok ince takılı şeyler.

Bazı insanlara çok yakışıyor ama kendimde nasıl durur bilmiyorum...

Al bak Amy Winehouse a...

Deli meli.Ama bulmuş hatun tarzını.Seviyorum kendisini.Bu yolda devam etsin:)

7 Eki 2010

ya sonra?

...Sonra şöyle oldu:Hazal o günden itibaren bahar ayına kadar battaniyenin altında kaldı.Elinden "kışlık kupasında çay" düşmedi.Battaniyeyle öyle bir uyum içine girdi ki utanmasa yapışık gezecekti.
Kupa kupa çorba içti.Evet kupa kupa.Bardak çorbadan bahsediyorum.En sevdiği "kıtırlı domates çorbası"ndan...
Tüm kış olduğu gibi bu kış da fazla sıkı giyinemedi.Çok fazla boğazlı kazak giydiği günlerde sıkıntılandı.Fakat bünyesi sağlam olduğu için hiç hastalanmadı.
Her sabah uyandığında gözü gökyüzüne takıldı.Bir süre yatağın içinden baktı,keyif yapar gibi oldu,"Ayy ne güzel bir sabah!" demek istedi ama yapamadı.Çünkü o yazı severdi.Yazmayı da yaz mevsimini de yaz ismini de.Denizi suyu sıcağı severdi.Yağmur kar çamur onu cezbetmezdi.
O günden sonra Hazal hep polar giydi.Sıcak sularda daha çok yıkandı,üşüdüğünde.Daha melankolik,daha çok sorgular oldu.
Daha çok siyah giydi.En sevdiği renk malum...
Converseleriyle daha çok gözgöze geldi,giyemedi.Eli mahkum botları tercih etti-mart ayına kadar dedi.
Sık sık çorap değiştirdi.Çeşit çeşit şapkalar edindi.Paltosunun cebinden ellerini çekmeden,kazağının boğaz kısmına çenesini gömerek ve gözlerini kısarak yürüdü.Soğuktan gözleri yaşardı,"Ağladın mı sen?" diye sordular.
Daha çok özler oldu.Sonra unuttu.
Daha çok nefret etti,daha çok sevdi.

Yani kısacası,her kış olduğu gibi bu kış da aynı şekilde başladı.
Tahminime göre yine böyle sürüp gidecek,ta ki bahar çiçekleri açana kadar...

3 Eki 2010

anlatsam roman olur

"Nurten abla bu bizim Hazal birinin hayatını kitap yapıcak.Sen anlatsana" dedi annem sofrada.
Dikkatle baktım karşımdaki kadının iri kahverengi gözlerine."Abla o zaman bir gün ayarlayalım da dinleyeyim seni" dedim.Olur dedi.
Annemin ve anneannemin yönlendirmeleriyle Nurten abla hayatını anlattı.
O anlattıkça hepimiz çay bardaklarımıza daha sıkı sarıldık.

Nurten abla Erzincanlı.Eşi Gümüşhaneliymiş.Görücü usulüyle evleniyorlar.
Annemin anlattığına göre eşi son derece heybetli,dışarıdan bakıldığında tuttuğunu koparan biri gibi görünüyormuş.
Üç kızları oluyor.Bunlardan bir tanesi küçükken havale geçiriyor.İki ay yoğun bakımda kalıyor.Bu sırada doktorlar yirmi bir tane penisilin iğnesi deniyorlar kızın üzerinde.
Sonuç çok acı:Bacakları tutmaz hale geliyor.Kısmi felç geçiriyor.Bilinci kapanıyor.
Nurten abla ona tam 30 yıl boyunca bakıyor.Hala da bakmaya devam ediyor."Allah işte yavrum" diyor "Bakması ona da zor bana da ama naparsın."
Bu sırada eşi Nurten ablayı aldatıyor.Çocuklarını-hasta olan dahil- dövüp dövüp sokaklara atıyor,ayazda tipide.Çatılarından sular damlayan evde her yere birer leğen yerleştirip birer battaniyenin altına girip kışı geçirmeye çalışırlarken,dolapları tam takır kuru bakır.
Bu sırada hasta kızı iyice yatalak hale geliyor.Bilinci yok.Nereye koysan orada kalıyor.Altına yapıyor.Evde yerlere tuvaletini yaptığında temizleyecek hiçbir malzemeleri olmadığı için ev kokuyor.
Babaları Nurten abladan ayrılıp o kadınla evleniyor.Adam mühendis ve varlıklı olmasına rağmen çocuklarına dahil zırnık koklatmadığı gibi görüşmüyor da.Yıllarca kendisi bakıyor çocuklarına,Nurten abla."Düşün yavrum,Ebruyu(hasta olan kızı) hastaneye götürücez,altında arabası var ama gelmiyor adam,'Taksiye binin' diyor ama hiç sormuyor paran var mı diye.Ben çook hatırlarım,param olmadığı için onu sırtımda hastanelere taşıdığımı..."
Dehşetle dinliyorum...Ayçaya bakıyorum o da pür dikkat...
Kızlarından bir diğeri babası yüzünden ruh sağlığı bozuk hale geliyor.
Diğeri evlenip gidiyor.Onun çocuğuna kızı çalıştığı için yine Nurten abla bakıyor.
Sonra birgün karşı dairelerine bir dede taşnıyor,kimsesi olmayan bir dede.80 yaşlarında.Ona bir teklifte bulunuyor:Zaten gelirin yok,üç çocuğun var,benimde kimsem yok.Gel benimle evlen ama birlikte yaşamayalım.Sen evinde,ben evimde.Öldüğüm zaman tüm param ve bu ev sana kalır.
Ki dede o zaman ölüm döşeğinde.
Nurten abla kabul ediyor,evleniyorlar.
Dedenin bakımını Nurten abla üstleniyor.Komşuları "Ona çok yemek verme" deseler de kabul etmiyor,en az iki kap yemek götürüyor,bebek bakar gibi bakıyor.
Ve Allahın işine bakın,adam bir müddet sonra turp gibi oluyor.
Ve tam 6 yıl daha yaşıyor...
Bu süre zarfında herkes kendi evinde tabi..."Aramızda 28 yaş vardı" diyor Nurten abla.
Dede 2007 de vefat ettiğinde evi ve bankadaki 1.5 milyarı,gayrımeşru oğluna değil de bizim ablaya kalıyor.

Bu sıralarda,hasta kızı Ebru çok iyi bakılmasına rağmen zayıflıyor.
"Ne yiyor abla?" diyorum "Bol bol yoğurt ve süt" diyor.
Bir ayağı,vurulan iğneler yüzünden küçücük kalmış."Bütün gece bağırıyor acıdan.Sesi beşinci kata kadar çıkıyor.Hep ağrı kesicilerle duruyor" diyor. Biz kızlar hep bir ağızdan,gözlerimiz dolu dolu,bardaklarımıza yapışmış halde "Çok güçlüsün abla" diyoruz.
"Peki eski kocana hiç beddua etmedin mi?" diyorum
"İster istemez" diyor."Ama doğacak çocuklarından görsün diyorum"

Nurten abla bundan yıllar önce intihara kalkışmış.Artık dayanamayacak raddeye gelince hap içmeye,kendini göle atmaya kalkmış ama yapamamış.
Bakıyorum karşımdaki kadına,anlatırken gözleri dolan kadına.Öyle güçlü öyle kabullenmiş ve öyle merhametli ki...
Onun dörtte biri olamayacağımı düşünüyorum.Allah kimseye böyle dert vermesin...
Bari bundan sonra Allah yüzünü güldürsün...
Mutlu olsun...

1 Eki 2010

uykulu.yazı.

Deli gibi uykum var ama yazıcam.
  • Bugün,zili çaldığım halde açmayan,aşağıda o ıssız caddede oturup dualar okumama neden olan ve sonra cama çıkıp "Uyuyakalmışım hadi gel" deyip bana resmen serenat yaptıran ama hoş sohbetini,evini,bulaşık yıkamayı,dolaptaki kurumuş tabakları dahi yıkamayı sevdiğim insan Selçuk'a,evinin kapılarını ardına kadar açtığı ve balkonda üşüdüğümde üstüme beş beden büyük gelen polar hırkasını verdiği için teşekkür ediyorum efendim.

  • Tüm akşam boyunca oturacak yeri bir türlü ayarlayamayan,evi süpürüp,o bulaşıklı ellerimle kahkahalar atmama neden olan,birde bana güzel bir saat ayarlayan Ayberk'e de teşekkür ediyorum.

  • Esas bomba Erkan.Aldığın müthiş hediyeler,en çok da İpek'i isyanlara sürükleyen kolye için teşekkür ediyorum.Çok çok ama çokk beğendim.Şimdi ben onu en olmadık kıyafete bile uydururum bak gör.:)

Nedense birçok mekan değil de Selçuk'un evi mutlu eder beni.Can Yücelin deyimiyle "paldır küldür yürünebilecek" bir ev orası.Dolaplarını açıp,tabaklarını yerleştirip,yemeklerini streçlere sarıp,buzdolabında kalan tabakları yıkayıp yerleştirebilirim ve bundan hiç gocunmam.Nedense orası kendi evim gibi.Çekineceğim pek bir şey yok.Her şey elimin altında.Sonra Selçuk misafirperver bir insandır.Oldum bittim böyle gördüm onu.Sabahta gelsen akşam da gelsen gık demez.
Severim kendisini.

Sizleri seviyorum gençler.Bu güzel akşam için teşekkür ederim...