24 Ağu 2013

Sırf evrende yankı yapsın diye.Beyni açsın diye.

Bugün  bütün gün neredeyse sadece TED Talks izledim.
Ne güzel çınlıyor onların söyledikleri.
Zeki insanlardan bişiler duymak,bazen içinde barındırdığı ikilemleri anlamaya çalışıp kendi hayatıma adapte etmek falan,bunlar benim için muazzam şeyler.
İzlediğim şeyler yine bitmek bilmeyen kapılar açtı beynimde,canlarım ya hepsi çok şahaneydi.
Esasen sadece Ted değil,bugün okuduğum türkçe şeyler de beni acayip mutlu etti neden bilmem ama hepsini dahiyane buldum.Biraz biraz bahsetmek istiyorum.

TED'de Shawn Achor,"Biz insanlara beyinlerini pozitif yönde eğitebilmek,kendilerini mutlu edebilmek ve iş hayatında mutlu olmak  için üç(bence 4 oldu ama o üç dedi) seçenek veriyoruz.Bunları ard arda 21 gün boyunca yapanların hayata karşı olumlu tutum geliştirdiklerini gözlemledik" dedi.
1-Her gün minnettar olduğun üç tane şey yaz.Her gün farklı olacak.(Kesinlikle yapıcam!)
2-Meditasyon yap.Bu elinizdeki işe konsantre olmanıza ve dikkat dağınıklığını yenmenize yarayacaktır.
3-24 saat boyunca başına gelen güzel bir olayı kayda geçir;bu,beynin onu yeniden yaşıyormuş gibi algılamasını sağlayacaktır.
4-Mail kutunuzu açtığınızda birisine onu öven ya da ona teşekkür eden pozitif bir mail yollamak.

Harika tavsiyeler!

Onun dışında benim gibi hatırlama problemi olanlar için yine başka bir videoda Joshua Foer "Milyonlarca şeyi saniyeler içinde ezberleyen insanlar bizden daha zeki yada yetenekli değiller.Sadece beyinlerinin bizim kullanmadığımız kısımlarını kullanıyorlar.Bunu yapmak için her gün on beş dakika boyunca bir şeyler hatırlamaya çalıştım ve bunun şaşırtıcı derecede faydalı olduğunu gördüm" dedi ve ekledi "Tek yapmamız gereken şey hatırlamayı hatırlamak"

Deneyeceğime emin olabilirsiniz!

Diğer bir bilim adamı,uyurken 110 kadar kalori yaktığımızı söyledi.

Bugün ayrıca şans eseri ve ilk defa okuduğum Ahmet Mümtaz Taylan,beklemek üzerine güzel şeyler yazmış:"Sabırla ve yeterince izlerseniz,bekleyenlerin yüzleri,beden dilleri farklı hikayeler fısıldamaya başlar,duyarsınız.Telaş,sahibini tek tipleştirirken,beklemek öznesini çoğaltır,başkalaştırır.Bekleyenler birbirine benzemez.Her bekleyen bir değildir ya da....Beklemek kendi hikayesini yazan,yalnız ama muhakkak zengin bir eylemdir."

Ayşe Arman'ın röportajından güzel cümleler duydum..Hamdi Koç demiş ki,
"'Kısmi vicdan' olmaz.'Seçici vicdan' olmaz.Vicdan sahibiysen,vicdan sahibisindir.Kimseyi kimseden ayıramazsın,dünü bugünden ayıramazsın.'O zaman öyleydi' diyemezsin.'Boşver kurcalama' diyemezsin.Çünkü önümüzde yaşanacak bir hayat var.Yaşamayı öğrenmek ve hak etmek zorundayız."

Son olarak Serdar Erener'den geliyor.Müthiş deha.Sorular sormuşlar,cevaplar vermiş.Bayıldım!:
"KULAK ÖNCELİĞİ PRENSİBİ: Reklamcının hitap etmesi gereken en önemli duyu hangisi diye sorulunca dünyanın her yerinde cevap ‘göz’ diye verilir. ‘Görsel kültür her şeye hakim oldu’ denir. Oysa insanın en zayıf duyusu görme duyusu. Anne karnında üçüncü ayda gelişen duyu işitme. Göz doğduktan sonra bile tam işlemiyor. Hemen herkes bir melodiyi tekrarlayabilir. Ama eline kalem alıp gördüğünü çizen kaç kişi var? Nörobilimin son 10 yıldaki keşifleri de bu tezi doğruluyor: Reklamda en önemli duyu işitme. Kulak. Unutulmaz bir cingıl. Esprili bir slogan. Hit bir şarkı. Bunların gücü en iyi yapılmış bir logoda, en iyi çizilmiş bir marka ikonunda bile yok. Göz bedense, kulak ruh.
YARATICILIK: Hiçbir şey yoktan var olmaz. Olsa olsa daha önce yan yana gelmemiş iki şey yan yana gelir. Hiç sevmediğim bir kelime. 
GENÇ: Hayatı idrak etmeden önceki ruh ve beden hali. Beden kısmı iyi. Ruh kısmı ise berbat.
MÜŞTERİ: Ticaret onunla başlar. Onunla biter. Duygularına hitap etmezseniz aklındaki parayı da alamazsınız.
TV: Herkesin aynı anda beraberce seyrettiği ve seyrettiği hakkında birbiriyle yüz yüze göz göze nefes nefese konuştuğu için hâlâ en etkili mecra.
İNTERNET: Bir bakıma insanlığın gayya kuyusu. Tabiatının en çirkin yüzü. Bir bakıma bilenle bilmeyeni eşitleyen büyük kaldıraç.
YARIN: Her gün güneşli başlasın istediğim kısım. 
BUGÜN: Uyanmadan yatmaya aklıma güzel bir şey geldiyse kendime ‘+1’ verdiğim, gelmediyse ‘-1’ verdiğim zaman birimi.
MOTİVASYON: İnsanda varsa öldürebilirsiniz. Yoksa var edemezsiniz. 
AŞK: Yapabildiğin, yaparken zevk aldığın, aynı zamanda senin sınırlarını zorlayan şeyi yapma halinin verdiği duygu."

22 Ağu 2013

İş hayatında ciddi olmak zorunda mıyım?

Aslında bu soruyu her gün soruyorum içten içe kendime.
Sadece işle ilgili değil,tüm hayatımla ilgili:"Ciddi olmak zorunda mıyım?"
Bence değilim ama insanlara göre özellikle iş hayatında acayip ciddi olmam lazım,çünkü işin ucu büyük paralara akıyor.
İşimi ciddiyetle yapmak zorundayım,hele ki müdür falansam öyle lay lay lom olmaz.
Ful ciddi olmaya gerek yok ama bokunu da çıkarma,cıvıma diyenler de mevcut.
Ne yapsam,nasıl yapsam diye düşündüm.İşle ilgili her gün 763743 tane ders alıyorum burda,yok efendim hisse senetleri,değeri yükselen market,yatırımcılar falan filan.
Olamıyorum ya,valla ful ciddi olamıyorum.
Konuları çok iyi anlıyorum,yapılan rolplaylere uyum sağlıyorum gayet güzel bi şekilde ama kendimi acayip ciddi biri olarak hayal edemiyorum,kişiliğimde aslında çoğu zaman olsa da.
Fakat her şeyin başı neşe.Kasmanının bence hiçbir alemi yok,kısa konuşmalarla başlanarak da toplantı yürütülebilir,gerektiği zaman espriler yaparak da.
Tabiki lay lay lom geçsin demiyorum ama azıcık mizahtan kimse ölmez.
Artık reklamlar da geçmişe nazaran daha iyi farkında mısınız?
Peki niye?Hayatın ta içinden örnekler alıyor diye,mizahı etkin kullanıyor diye.
Böylece işi kalıcı hale getiriyor.

Derslerde verdiğim örneklerden bazıları komikti,nedense daha da kalıcı olduğunu fark ettim kendim için de diğerleri için de.
Mizah çok güçlü bir silah,Gezi'de bile başbakanın başa çıkamadığı tek unsurdu belki de.
Onun olmadığı yer viran bana kankalar.

Aldığım eğitim boyunca anladım ki bir insanı bir işe kalbul ederken bakmam gereken ilk şey kişisel özellikleri.Bu kadar söylüyorum.
Abi ne insanlar var anasını satayım,bildiğin küçük dağları ben yarattım havasında aman yarabbiiiim diyorum,bu insanlarla çalışmayı asla istemem.Patron olsam başlarım tecrübesinden,böyle bir adamı işe almam hayatta lan!İstediği kadar trilyonlar akıtsın şirketime,diğer bütün işçileri huzursuz ettikten ve performanslarını düşürüp bana ekstra zarar ettirdikten sonra başlarım ben böyle işe.
Takım çalışması bir de.Bir insanın kişisel özelliklerini rahatça anlamak için süper bir alan;kim daha fazla öne çıkmak istiyor,kim kimin sırası gelsin diye bekliyor anlıyorsun.
Bir de mutlu insan.OOOOOO şahane!
Gözlerinin içi gülen,mizahı hoş insan.
İletişimi iyidir onun.Hocamız Rick'in dediği gibi,"Bana iletişimi iyi birini getirin,geri kalan her şeyi ben ona öğretirim"
Olay bundan ibaret...

En korktuğum şey de,olur da işe başlarsam bir zaman sonra "Bu bana göre değil ya" diye sıkılıp,biriktirdiğim paralarla dünyayı gezme,bir yerlerde yazı yazma ihtimalimin olması.
Yerleşik hayata geçmeye hiç niyetim yok,ah bi para kazanabilsem!
Bakalım,kısmet:)

20 Ağu 2013

"Elveda Çarşamba" yazısı

Bunu söyleyebileceğim hiç aklıma gelmezdi.
Annem telefonda,"Kontratı imzalarken içim acıdı,ağlayasım geldi.Böyle olacağını hiç tahmin etmemiştim çünkü ne kadar sıkıldığımı biliyorsun ama ne olursa olsun o kadar çok anı var ki burda,ayrılmak tahmin ettiğimden de zor olacak,Allahtan burda olmayacaksınız" dedi.
Belki de en güzeli bu.
Yoksa ağla ağla kendimi paralama ihtimalim vardı.

Kendimi bildim bileli Çarşamba'da oturduk biz.
Çarşamba Bursa'nın merkezidir.Her yere,en ünlü caddelerine taş çatlasa 15 dakikadır.Eli kolu her yere uzanır,her türlü avm ya da parka en kısa yoldur.
Kestirmeden gidilen bütün yolları avcumun içi gibi bilirim.Yeni açılan dükkanları takip edip hepsine bir ömür biçerim,tahminim de yüzde doksan dokuz tutar.
Çünkü Çarşamba demek,benim hayatım demek.

7 yaşından 13 yaşına kadar yine bu semtte bir evde,13ten 23 üme kadar da o evin iki sokak arkasındaki bi evde oturdum.
O yaşlarda Çarşamba "Hayatımın sonuna kadar oturacağıma inandığım" bir semtti.Çok hareketli,çok canlıydı.Stadyumun arkasında olduğu için maç sırasında açılan köfte ekmek tezgahlarından gelen kokularla mest olmak,taraftarından nefret etmek,havai fişek gösterilerini izlemekti.
Tolga abiyi aramak,ondan bana bişiler getirmesini istemek,üst kata çıkıp Fatih abiden bilgisayarımı tamir etmesini rica etmek ve oğlu Utku'nun flüt konçertolarıyla uyanmaktı.
Beyhan demekti.Eve ilk taşındığımızda karşı apartmandaki bir dairede durmadan camlara vuran çünkü kendini bilmeyen Beyhan'ı ilk gördüğümde çok korkmuştum fakat 10 senede yüz kere de cama vursa duymaz hale gelmiştim.
Serkan'dı.Dünyanın en tatlı "mongol" olarak tabir edilen çocuklarından biri olup bana göz kırpandı.
Portakal teyzeydi.Balkonun tam karşısına bakan evini ilk gördüğümden bugüne tepsilerinin içinde hep portakallar durduğu için ona bu adı vermiştim.O günden bugüne de asıl adı neydi hiç bilmedim,zaten artık çok geç,birkaç ay önce ölmüş.Allah rahmet etsin,onu da kaybettim.
Oktay abi,Metin abiydi.Oktay abinin bana "OOO Hazaliko",Metin abinin de "Hazal İpek,İpek Hazal hoşgeldiniz" demesiydi.Her zaman ama her zaman "Bu zeytinli mi?"/"Ispanaklı börek var mı?" diye sormaktı.
Arzu abla,Kemal abi ve Sibel ablaydı.Fırının karşısındaki eczanenin güzel insanları.Hep gittim,ya bir hastalık vardı,ya da ilaç yazılması lazımdı.Bebekler doğdu tebrik ettim,hep güldüm hep anlattım.
Gülhan abla,Gül abla ve Seval ablaydı.Canım kuaförümün baş aktörleriydi.Hayatlarından,gelen müşterilerden konuşup konuşup gülerdik.Randevu almadan bile gitsem kabul ederler,arefe gecelerinde saçıma fön çekerler bir de üstüne yiyecek bişiler ikram ederlerdi.Neşeleri,kahkahaları eksik olmazdı onların.
Murat abiydi.Çiçekçi dükkanına gidip "Abi en güzelinden şu kadarlık çiçek lazım,bak sana güveniyorum" derdim,en güzelini de yapardı.Aldığım çoğu şeyin parasını almazdı.Cömertti,eli boldu.
İnternet cafeydi.Her ne kadar her birinden ayrı ayrı hazzetmesem de her gittiğimde "Ben seni tanıyorum ya,tamam kalsın" diyenlerdi.
Transeksüelleriydi.Gecenin bir vakti seslerine uyandığımda duyduğum "Şimdi mi geldik polisin aklına??Ben bu yola düşmeden önce nerdeydiniz?" diye bağırmalarıydı.
Karşı caddede yıllardır bıkmadan usanmadan türkü söyleyen ve yüzünü bir kez olsun göremediğim güzel sesli adamdı.(Sanırım en çok onu ve beni uyutan sesini özleyeceğim.)
Camdan dışarı bakıp erik ağacının çiçeğe duruşunu,yapraklarını döküşünü,sonra yeniden dirilişini izlemekti.

Belki bin tane insan geldi,kaldı,yedi,içti bizim evde.
Düğünlere hazırlık yapıldı,cenazelere gidildi oradan.
Bazen ağladım,bazen güldüm,bazen de dans ettim.
Kahkaha atmadığım günüm azdır.
İlk defa o evde aşık oldum ben.
İlk defa o evde anladım arkadaşlık ne demek,dost ne demek.
O evde piştim,o evde aklımı başıma aldım.
Eylülle Deniz ben o evdeyken doğup başıma taç oldular.
O evde,o masada yemek yerken hep karşısındaki cama bakarak konuştu İpek ve hep ama hep konuşacak bişilerimiz vardı.
Kavga edenleri,gelen polisleri izlemek,gülme krizine girmekti.
Düğün dernek görünce göbek atmaktı,komşularla konuşmaktı.

Fakat Çarşamba artık o eski Çarşamba değil.
Suç oranının çokça arttığı,manyakların kol gezdiği ve herkesin gitmek için uğraştığı bi yer oldu çıktı.
Eve sığamaz olduk,hep bi problemi oldu.
En büyük özlemimiz olan balkon yoktu,yazın hep bi sıkıntısı oluyordu.
Nihayet satıldı,şimdi yeni bi eve ve semte gitme zamanı.
İşin güzel tarafı ev de alındı.Balkonu ve de bonus olarak bahçesi olan,ferah bi ev olduğu söyleniyor.
Şahane değil de nedir?
Her şeyin bir vadesi olduğuna inanıyorum,değişiklik herkese iyi gelicek.
Hem zaten döndükten sonra yeni bi hayat başlayacak benim için,yeni bi süreç.Bunu da taçlandırmış olacağız Allah nasip ederse.
Döndüğümde de evim nerde bilemeyeceğim bu arada.Annem tanıştıracak artık bizi:)

Fakat yine de ne olursa olsun,çocukluğumun ve genç kızlığımın en güzel hatıralarına sahip olduğum bu semti,güzelliğini,aksiyonunu ve insanlarını asla ama asla unutmayacağım,sadece araya biraz mesafe girecek...
Her zaman kalbimin en güzel ve en özel yerinde olacak...
Elveda Çarşamba...
Anılar...
Çocukluğum...




18 Ağu 2013

Neden bu kadar zor?

Anlamıyorum ya,valla anlamıyorum.
Ben mi anlatamıyorum kendimi,neler beklediğimi yoksa o mu anlamıyor hala çözemedim.
Aylardır bitmek bilmeyen saçma sapan ve hatta belki de dünyanın en saçma nedeni yüzünden geldiğimiz nokta beni benden aldı.
Bugün az kalsın sinirimden bilgisayara kafa atıcaktım çünkü hayatta, olmasına en katlanamadığım şeylerden biri başıma geldi:Bir şeyi yaptığım halde "Hayır yapmadın" dendi.
İşte bundan korkuyordum;karşımdaki öyle bir insan ki ben ne dersem diyeyim unutacak ve başlayacak kendini savunmaya ve ondan sonrası monolog olarak devam edecek.
İşin kötüsü abartmaya da bayılıyor,bu huyundan nefret ediyorum.Belki bir gün okur bunu,hiç gocunmuyorum söylemekten çünkü bıktım:ABARTMANDAN NEFRET EDİYORUM!

Birgün çalışmaya başlarsam abartan,somurtan bir de monologu bol bi insanı işe almam herhalde.
Çünkü cidden çok sıkıldım,15 değiliz.24 yaşıma girmeme çok az bi zaman kaldı ve bazen insanların hala büyüyemediğini görüyorum.
Bırakın artık duygularınızı kullanmayı.
Bunu her söylediğimde beni odun falan sanıyolar,taş olmanızı tabiki beklemiyorum ama beyin bedava yaa.Allah aşkına kullanın şunu.
Tolere etmeyi öğrenin.
Özlediyseniz söyleyin.
Mutlaka ama mutlaka meseleyi zamanında halledin.Bunu ben söyleyince değil,hanfendiyi beklediğimiz 2 ay sonrasında yaptığımız için iş boka sardı.
Nefret ediyorum ya,bu kadar bencilce haklı çıkılmasından nefret ediyorum.
Benden yana diyecek söz kalmadı.
Kılım kıpırdamaz artık.
Kendi bilir,seçimlere saygı duymak lazım ama benden bu kadar.

7 Ağu 2013

Aslen nerelisin?

Her türlü soruya,her türlü saçma soruya dahi cevap veririm.Gerçekten.
Mutlaka bi yolunu bulurum,en kötüsü "Bilmiyorum" derim.
Fakat güzel ülkemin güzel insanlarının bir tek bu sorusunu anlayamam.Neden bu kadar merak ederiz acaba?Neden birisiyle ilk tanıştığımızda sorduğumuz top 10 soru listesinin mutlaka içindedir?
Aslını isterseniz burda "sorduğumuz" kelimesi biraz yanlış kaçıyor çünkü benim top 20'mde bile değil kendisi.Çünkü aklıma gelmiyor.Ciddiyim.
Eski erkek arkadaşının bile nereli olduğunu çıkmaya başladıktan iki ay sonra öğrenen bir insan olarak çok anlamsız bulduğumu söyleyebilirim:
"Nereli erkek arkadaşın?"
"??????!!!!!.......eeeee...ööööğğğğ...Bilmiyorum."
"Nasıl yaa?Bunca zaman oldu,sormadın mı?" gibisinden sorulara maruz kaldım zamanında.

Fakat gelgelelim müthiş bir önem arz ediyor kendisi.
Mesela şöyle örneklerle çok sık karşılaşıyorum:
"Nereli bu bahsettiğin adam?"
"Adanalı."
"Eyvahhhh!"
"Noldu ya?"
"Kork kızım kork.Adanalı gördüğün gibi kaçıcaksın"
"Neden canım?"
"Çok sessizlerdir,alttan alttan yürütürler ama çok fena düzenbazdırlar ha.Aman dikkat et"
Allah belalarını mı versin anasını satayım,nasıl bi yerin dibine sokmadır bu!

"Nereliymiş?"
"Çorum"
"Yapma yaaaa!"
"Noldu be?"
"Kızım Çorumlu gördün mü,anla ki bi nane var.Bir tane ya,bir tane doğru insan çıkmaz mı bi şehirden?Hepsinde bi düzenbazlık,hepsinde bi cimrilik.Uzak dur,anladın mı?"
"Höğğ????Tamam o zaman???"
(Anlayamadı)

"Hazalcım bişi sormak istiyorum canım"
"Dinliyorum"
"Aslen nerelisin?"
Soru tehlikeli.Nedenini söyleyeyim:Adımdan dolayı bazı insanlar Kürt olmam ihtimali üzerinde duruyorlar,fakat her seferinde "Hayır değilim canım" diye anlatmak zorunda kalıyorum.Nadir de olsa rastladığım bir durum ne de olsa.Hazal değil Hazel kürt ismi falan diye açıklamalar yapmaktan sıkılsam da bazen hiçbişi değişmiyor.
"Valla karışık.Ben Bursalıyım,annem Erzurumlu babam Eskişehirli.Belki Eskişehirli olmam lazım ama oraya ait hissetmiyorum,o nedenle doğduğum şehri söylüyorum"
"Haa Bursalısın yani.Hani şu şeylerin çok olduğu"
"Öf!"
Bir de böyle bi yargı var.Heleki adın Bülent falan olmasın ve de Bursalıyım deme!Hemen üç parmağını tek tek kullanıp yavaşça Bur-sa-lı-yız diyerek top yapan ve buna kahkahalarla gülen insanlarla karşılaşmanız olası.Çok sıkıcı çok!

Fakat gelgelelim genel olarak haberdar olduğum üç beş şehir ve insanlarıyla ilgili efsaneleri var ki doğru.Farkındayım ve bazen uzak durmam gerekebiliyor.

Neyse.Bu muhabbet yıllarrr yıllaaar boyunca devam edecek.
Herkes de bana "Ben Bursa çocuğuyum" diyerek manyak gibi gülmeye...
Fazladan sabrı olan var mı?