24 Ağu 2016

Türk dizilerindeki değişen 'kadın' karakterler üzerine

Uzunca bir zamandır ekranlardaki Türk dizilerini gözlemliyorum. Hatta fırsat buldukça iki tanesini de izliyorum.
Ortalama olarak 50 Türk dizisi olduğunu varsayalım. Bunların %90'ı aşık olma temalı, bunu hepimiz biliyoruz.
Bu dizileri izlerken, bir yerlerde okuduğum bir Kızılderili deyişi aklıma geliyor (doğru mu bilmem): Kızılderililerin söylediği şarkılar hep suyla ilgiliymiş. Beyazlar bu duruma şaşırıp, nedenini sormuş. "Bizde hep aşk şarkıları yazılır, siz neden suyla ilgili yazıyorsunuz?" demişler. Kızılderililerin bakış açıları ilginç: "Biz neyimiz eksikse onunla ilgili şarkı yaparız. Bu topraklarda su eksik." demişler. Bizim de eksik olduğumuz konu aşk da onun için mi her şey buna bağlanıyor?
Aşkın içine girdiği her konu beş yüz kat güzelleşiyor, buna kalben katılıyorum. İçine girdiği bir potadaki her şeyi eritebilecek kadar baskın bir kavram olduğu konusunda Murathan Mungan'ı da destekliyorum, bu da kabul. Bu kadar laf ederken, ben de iki tane aşk dizisi izliyorum, buna da amenna. Zaten izleyeyim, izleyelim. Bunda bir sıkıntı yok, benim derdim başka.
Yıllar yıllar önce; Meltem Cumbul, Devin Özgür Çınar, Görkem Yeltan gibi oyuncuların oynadığı 'Biz Size Aşık Olduk' isminde bir dizi vardı. Bu üç kız bir cafe işletiyor, oğlanlara aşık oluyor ve olaylar gelişiyordu. Klasik bir Türk dizisi evet ama şimdikilerle arasındaki en büyük fark şuydu: Sakarlaşmadan, salaklaşmadan aslan gibi paralarını kazanan üç kadın vardı orada. Hayatlarının temelini üç adama bağlamamışlardı. Çok seviyorlardı ama ölmüyorlardı.
İşte şimdiki dizilerde böyle kadınlar yok, benim buna canım sıkılıyor.
Dikkat ettiyseniz hepsi çalışsa bile sakar, şaşkın ve salak. Eline bir kitap alıp okuyan, bir şeyler öğrenmeye çalışan kadın profilinden çok uzaklar. Bilgili, güçlü değiller. Dizilerdeki mantığın neden bu kadar değiştiğini anlayamıyorum.
İnsanlarda da gözlemlediğim bir şey bu: Okumaya meraklı, bir erkeğin varlığıyla var olmayacak kadar güçlü profiller neden az veya azaldı? Bunun yerine sürekli erkeklerden, evlilikten konuşmak, hayat amacı haline getirmek ne zaman ortaya çıktı? Ben mi bir noktayı kaçırıyorum acaba? (Bu arada evlilik kötü bir şey olduğundan falan değil, yanlış anlaşılma olmasın. Sadece hayatın bence nihai amacı değil.)
Bir zaman sonra bu dizileri izlemekten fenalık geliyor. Aşk çok güzel, harika bir duygu amenna. Fakat bir kadını bu kadar düşürmesi, hayat amacını evlilik haline getirmesi benim aklımın alabileceği bir şey değil.
Bunun yerine ben artık televizyonlarda daha akıllı, ayakları yere basan kadınlar görmek istiyorum. Çünkü ne olursa olsun, özellikle genç kızlar bu tiplerden çok etkileniyorlar.
Bu kadar sığ bir görüş yerine; bakış açısı geniş, gezip görmeyi, farklı arkadaşlar edinmeyi öğrenen insanlardan etkilenseler daha iyi olmaz mı?
Bence şahane olur.

15 Ağu 2016

Gidip de dönmek istemediğim yer: Bozcaada

Hasır şapkamla şezlonga uzandığımda, Ayça'ya dönüp birden "Biliyor musun, insanın hayatta gerçekten unutmayacağı tatiller var. Bana sorarsan ilk üçte geçen sene Alaçatı'daki otelde yaptığımız tatil, Kapadokya ve Bozcaada olur" dedim.
Bu hafta sonu çok sevdiğim arkadaşlarımla gittiğim Bozcaada beni çok ama çok mutlu eden bir yer oldu.
Giden hep gitmek istiyor dediler, kesinlikle inandım. Koca bir yazı baştan sona burada bitirebilirim.
Zaten kaldığımız yerle başladı kalbimi kazanmaya.
Fotoğraflarına bakıp 'Emin olamadım ama?' falan yapmıştık birbirimize. Bir bağ evi düşünün, dört odalı. Etrafı arazi, üzüm bahçeleri falan var. Plaja ve merkeze çok yakın ama odaları? Eh işte, fotoğraflardan pek güzel görünmedi. Neyse bir gidip bakalım dedik.
Yaptığımız rahat ve keyifli yolculuğun ardından vardığımız bağ evi, bence dünyanın en tatlı yerleşimlerinden biri olabilir. 15-20 adım sonra bir karavan, salıncak görüyorsunuz. Uzaklarda deniz... alabildiğine rüzgar...beklediğimizin tam aksine şeker mi şeker odalar...dünyanın en tatlı ev sahipleri.
Nurettin abi 60-65 yaşlarında, İstanbul Üniversitesi İktisat mezunu, eşi öğretmen, çocuğu mühendis. Belli ki kültürlü, görgülü insanlar; çok da sıcakkanlılardı. Orayı evimden bir an bile ayırmadım. Zaten önceki yazılarımda da bahsetmiştim, bir yere alışmam uzun sürmüyor benim, hemen benim odam benim evim muhabbetine giriyorum. Burada da aynısı oldu ve çok mutlu oldum.
Into the Wild filmini izleyenler biliyordur, orada bir Salvation Mountain sahnesi var. Sanki tatil boyunca orada kalmışım gibi hissettim, o kadar hoşuma gitti ki anlatamam.
Sabahları rüzgarlı havasında hırkaya sarınarak oturup bahçelere bakmak, neşeyle kahvaltı yapmak, kedileri izlemek, çay içmek. Benim için hayat işte bu kadar süs püsten uzak ve sade olmalı. Hiçbir abartıya gerek görmüyorum. İnsan bazen kendini doğanın kucağına bırakmalı.
Ada zaten cennet. Denizi buz gibi olsa da girdik, terapi gibi geldi. Vacip'in Yeri ve Kapı 14'te güzel mezelerden yiyip, şahane Rumca şarkılar dinledik. Sokaklarını arşınladık, Çınaraltı cafede 'Bir Küçük Eylül Meselesi' filminde Erdil Yaşaroğlu'nun çizim yaptığı masaya bilmeden oturduk, garson söyleyince şaşırdık. O çok sevdiğim, demleme adaçayından içtim.
Güneşi batırdık. Hayatın en güzel mucize ve kutlamalarından biri olarak farz ediyorum bunu. Batırırken az da olsa La Vie En Rose dinledik.
Otelden ayrılırken de çok üzüldük, sahipleri de en az bizim kadar üzüldü.
Bir daha geleceğiz dedik. Bildi, çünkü 3 günlüğüne gelmişler, 40 senedir kalıyorlarmış:)


Umarım bir daha gelirim sana Bozcaada.
Havandan suyundan, tatilimi muhteşem hale getiren canım arkadaşlarımdan mıdır bilmem ama bayıldım ben sana.

8 Ağu 2016

To Rome With Love

Her Hıdırellez'de istisnasız olarak, en az iki ülkeye gitme dileğim olur.
Birkaç sene evvel İngiltere'yi çizmiştim. Allah gönlüme göre mi verdi nedir, gitmek nasip oldu.
Bu sene çok uzun zamandır gitmek istediğim Roma'yı çizmiştim ve nihayet gerçekleşti.
Geçen hafta oradaydım ve gittikten sonra kendisini 'Yaşanabilir şehirler Listesi'nde, gördüğüm şehirler arasında ilk 3'e soktum.
Bir kere çılgınca araştırıp gitmezsem olmazdı, bu nedenle detaylara bakıp (nerede yenir, neresi gezilir), Yaşar Kemal kapaklı defterime bir güzel yazdım. Bu tip tatillerde kardeşimle aramızda çok adil bir iş bölümü yaparız: O uçak biletleri, otel rezervasyonları ile uğraşır, ben koca tatilin gezilecek yerleri, yenilecek yemekleri vs.sini planlarım. Nitekim Roma gibi kültür sanatın başkenti olan bir şehirde de bu dolu dolu oldu.
Löplöpçüler, Trip Advisor ve bloglar en çok faydalandığım siteler. Özellikle Löplöpçüler, lokallerin gittiği mekanları araştırdıkları için yemek anlamında bizi ihya etti. Dünyanın en güzel pesso sosunu, makarnasını ve pizzasını yedim. Benim için bundan daha büyük bir keyif olamaz.
Bazı bloglardaki gibi detay detay şuraya gittik, buraya gittik yazmayacağım. Genel görüşlerimden bahsedeyim sadece:
  1. İtalyanlar çok tatlışko insanlar. Özellikle erkekleri çok yakışıklı. Yakışıklı olmayanların bile bir karizması var, kılık kıyafetleri 'jilet gibi' diyebileceğimiz türden.
  2. Mağazalardaki kadın kıyafetleri Türkiye'ye göre daha usturuplu, çok şaşırdık görünce. Bizde genelde çok güzel elbiseler olsa da poponun hemen altında bittiği için 'Şunları daha uzun yapamaz mısınız?' diye söyleniyordum. Buradaki neredeyse tüm elbiselerin açıklığı istenilen düzeyde, çok usturuplu.
  3. Ülkeye genel olarak bir huzur hakim. Tabiiki bizimki gibi anlık olarak değişen bir ülke gündemleri olmamasından da kaynaklanıyor olabilir. Terör korkusu olmadan gezmeyi özlemişim. Annem 'Bu huzuru biz hak etmiyor muyuz?' diye üzülerek sorduğunda anladım ki, Özgürle yaptığımız 'Bu ülkede çocuk yapılmaz' - 'Saçmalama Özgür, bunun ülkesi olur muymuş?' tartışmasında Özgür haklı çıktı. Doğduğu coğrafya insanın kaderi oluveriyor ve ben hayatımda bundan daha üzücü bir şey bilmiyorum.
  4. Genel olarak gezerken (yurt dışıyla sınırlamayayım) tam bir Christopher Mccandless'ım. Hiçbir şeyden tiksinmek, yüksünmek yok. Kaldırımda oturup döke saça yemek yemek desen bende. Yani beş yıldızlı otel konforu aramıyorum. 4 günde en az 30 km yürümüşüzdür, şikayet edecek değilim. Bir şehri görmenin en güzel yolu yürümek değil de nedir?
  5. Roma çok ama çok romantik bir şehir, her yerde sevgililer var. Baktıkça ağladık hahaha:) Siz siz olun, ne yapın yapın sevgilinizle gidin. Üç beş kat daha aşık olup döneceksiniz, garantiyi ben veriyorum.
  6. Skandallara bakmadan gidip geldim, bir baktım Boğaziçi Köprüsü'nün ismi değiştirilmiş. Ülkede olaylar çok hızlı gelişiyor. Oysa ki haber almadan yaşamak mutluluktu.
  7. Çok kenar bir mahallede dünyanın en güzel pizzasını yedim.
  8. Michalengelo insan olamaz. O yıllarda, teknoloji hiç yokken nasıl bu kadar olağanüstü şeyler çizmiş, aklım almıyor. Onun resimlerini gördükten sonra diğerlerine bakamıyorsun zaten, çok yavan geliyor.
  9. Roma gerçekten bir açık hava müzesi.
  10. Otobüslerde bilet kullanmıyorlar, kart falan basmadan bindik. Gidecek olan varsa aklında olsun.
Sevgiyle kalınız:)