22 Şub 2014

Bir takım tespitler falan.

-Şimdi 'Muhabbet Olsun' programı açık,Dilara Endican'ın.Can Bonomo dedi ki "Biz evden canlı müzik yapıyoruz,internet üzerinden dinlenebiliyor.Geçenlerde çalarken kapı çaldı,alt komşularımız geldi.Tayvanlılarmış.'Çok güzel müzik var,dinleyebilir miyiz?' dediler.Çok da mutlu olduk" dedi.Ben de eski evde(ay ne çabuk eski oldu yaa) bir yaz günü,açık camdan duyduğum yan flüt sesinin hangi daireden geldiğini takip etmiştim.Üst kat komşuya çıkıp "Bu ses hangi daireden geliyo?" diye sordum.En üst kattaydı evleri,kapıyı bir kadın açtı."Ya çok güzel bi yan flüt sesi geliyo" dedim,"Haa evet İrem çalıyo,kızım" dedi."Dinleyebilir miyim?" diye sorunca da kadın sevinçle içeri buyur etmişti beni.Uzatmayayım:İrem,odasına giren cartlak sarı giyinmiş,saçları beline kadar inen esmer kıza tanımaz gözlerle bakmış,pür neşe "Hadi çal yaaa" deyişine "Çok da iyi değilim aslında" diye gülmüş ve muhtemelen ne olup bittiğine  bi anlam verememişti.Zeki Müren güzel sanatlar lisesinde öğrenciydi.Keşke onu görmek için daha çok zamanım olsaydı ama olmadı,taşındık.O da zaten okulu bırakmış ama çok güzel çalıyodu bee.


-TED'in ilginç bi makalesini okudum geçen gün.Kullandığımız dille yaşam tarzımız ve ülkemizin uyguladığı politikalar arasında doğrudan bi ilişki varmış.Mesela Türkçe'de "Hazal vazoyu kırdı" diyebiliyoruz ama İspanyolcada vazo kendi kendini kırıyormuş,aksine."Eee yani?" derseniz,yapılan araştırmalara göre İspanya'da suçluları bulma oranı,kullanılan bu öznesiz dilleri yüzünden baya düşükmüş.
Ben de şöyle bi çıkarım yaptım-yanda görüldüğü üzre-,unutmamak için de okuduğum kitabın boş bulduğum bi sayfasına yazdım.
Çok aklıma yattı çünkü.Ortaokulda okuduğum,bi filozofa mı bilgeye mi ne-şimdi hatırlayamıyorum- sorulan,"Bir ülkenin başına geçseniz önce neyi değiştirirdiniz?" sorusuna "Önce dili değiştirirdim" demesi ve eğer dil hatalı olursa insanların bakış açılarının yanlışlarla dolu olacağını ve bunun siyasete,eğitime yani hayatın her alanına yanlış yansıyacağını ifade etmesi beni çok düşündürmüştü.Hala da düşünüyorum,hatta ve hatta her gün her haber bülteninde örneklerine de şahit oluyorum.Bir siyasetçinin kullandığı yanlış bir kelimenin nelere mal olabileceğini ve herkesi nasıl da sokaklara dökebileceğini gördük.Ne kadar önemli ya iletişim.Düşündüğümüzden de fazla belki de.

-Geçen gün gözlerimin önünde,üç kez mülakata gittiği şirket arayıp iş teklif etti Zeynep'e.Hem de İstanbul'da.
Kabul etti ve kısmetse perşembe günü başlıyor fakat hem üzgün hem mutluyum.10 senenin 4 senesinde aynı şehirde durabildik,geri kalanında ya o uzaktaydı ya da ben.Alışkınız ikimiz de bi yerde ayrı kalmaya ama ne bileyim...buruğum bi yandan da.Olsun,İstanbul'da bi kapım var ya artık,en güzel yanı da o.
Zeyneple İstanbul.
Vay be.Güzel fikir.

-Geçenlerde fark ettim ki sadece modadan konuşarak yaşayabilecek biri değilim.Var öyle insanlar,onlar kendi içinde mutludur bana laf düşmez ama yok,sadece bunu konuşarak yaşayamam sanki.Modayla aramızdaki ilişki de hep belli bi seviyede olduğundan bana katacağı bir şey olmaz.
Konuşabilenler komite kursun,ben sırt çantalı avam olarak her yerde yaşarım.
Napalım,Allah da beni böyle yaratmış.



9 Şub 2014

Dardayım hocam,dardayım!

--Geçenlerde Zeynep bize kalmaya gelip de elimde telefonu görünce "Yoksa sen de mi bağımlı oldun?" dedi.
Allahtan değilim.Sürekli deliler gibi,başımı kaldırmadan baktığım bişi değil.Kendi kendime verdiğim sözü elimden geldiği kadar tutuyorum.
O akşam uyumadan önce her zamanki gibi içimi döktüm ona."Birbirini sanki hiç görmüyor insanlar konuşurken.Böyle saçma bi sistem olamaz:Sürekli bişiler ötüyor,herkes bi yere yetişmeye çalışıyor.Kimsenin zamanı yok zamanı...Birinin karşısında durup onu dinlemek lüks,dergiye kitaba falan bitti gözüyle bakılıyor ve ben bu kara deliğin içine girmek istemiyorum.İnsanlar insanlıktan çıkıyor.Hele çocuklar!Allah verme yarabbim,o yaşta bi çocuğun bu kadar sanal olması dehşet bişi."
Ben bunları tam olarak dökemedim,anlatamadım ama beni bıraksanız saatlerce anlatıp sıkıntıdan iç çektiririm size.Fakat bugün şans eseri Uykusuz dergisinde,kendimi bildim bileli takip ettiğim Ersin Karabulut'un yazısını okuyunca "Hah!" dedim "Anlatmak istediklerimin karşılığını buldum".O da benim gibi bir şeyi ince ince sevmenin güzelliğini anlatmış...Kolay kolay sıkılmamaktan,çöp yapmamaktan...O kadar işledi ki içime yazı.Yenisi çıkmadan dergiyi alın derim.
Ha bi de Seyit Ali Aral'ı okumadan geçmeyin Penguen'de.
Yaşam gurum benim.

--İngiltere'den dönüp İstanbul üzerinden Bursa'ya geçerken yolda dayım bir CD açtı.Çok eski olduğu belliydi,şarkıların çoğu rusça ve azericeydi."Kim bu?Ne güzel söylüyo" diye sordum,"Reşid Behbudov" dedi.Uzandım arkada,dinledim.Sanki içimde bişiler oldu,çok ama çok duygulandım.Sanki dışarıyı izlerken peşimden gelen dünyanın en güzel melodisiydi.
Sonra şarkılarını aradım,taradım ve buldum.Geçenlerde de anneme dinlettim,hiç dinlememiş."Azerbaycan'ın Zeki Müren'iymiş bu adam" dedim.Yeni keşfettiğim ve beni heyecanlandıran her şey gibi,bunun da kısa bir araştırmasını yapmıştım."Çok fazla dilde şarkı söylemiş bi adam.Dinle bak bayılacaksın.O kadar içten,o kadar güzel ki her seferinde gözlerim doluyor"
Benim öyle şarkılarda kolay kolay gözlerim dolmaz.Ya da her duyduğum sesten kolay kolay etkilenmem,kalbime girmez o duygu.Nedenini bilmiyorum.İnsanlara karşı olduğu gibi,şarkılara karşı da mesafem var.
Neyse açtım,"Uzun Geceler" şarkısını,dinlemeye başladık.Hiç tepki vermediği için sıkıldı sandım,kapatayım mı diye sordum hayır dedi.Şarkı biterken ben ağlıyordum,halbuki annemin yanında ağlamayı da hiç sevmiyorum.Duygusal olarak etkilendiğimi görüp de üzülmesinden,ha bir de beni çok aşırı duygusal falan sanmasından korkuyorum,değilim çünkü.
"Vay be çok güzelmiş cidden" dedi,ağladığımı görmeden.Baktı ben gözlerimi siliyorum,"Aaaaa noldu?" sorusunu yöneltti kaçınılmaz olarak."Bilmiyorum yaa,o kadar hüzünlü ki sesi,hep böyle oluyorum ağlıyorum" dedim titreyen çenem ve zor tamamladığım cümlelerle."Ağlama bak,ben de ağlıyorum sen ağlayınca" dedi.Hasiktir ya!Bundan nefret ediyorum,işte bu yüzden karşısında ağlamak istemiyorum ya zaten.Sen niye "Ben de ağlarım" diyosun,bırak da ben yalnız ağlayayım kadın!Sanırım asıl neden,onu ağlarken görmek istemeyişim.
"Bi nedeni yok,sadece çok ama çok güzel çok duygulu bi sesi var" dedim,gözyaşlarımı sildim.
Herkese tavsiye.
İnsan hayatında bu adamın sesini duymadan ölmemeli.

--İşsizliğin beni buhranlara sürüklediği doğru ama bu beni gergin biri yapmıyor.Kendi kendimi eyleyecek cümleler kuruyorum,başka şeyler anlamaya ve okumaya çalışıyorum bu süreçte.Şımarıklık derecesinde sinirli olmaya gerek yok,tevekkülle beklemek diye bir şey var.Elbet vardır benim de bir yerde kısmetim.
Geçen gün,İstanbul'a iş başvurusu yapma işini konuştuk ve ben emin olamadım.Zeynep'in öyle durumları var,eğer o giderse ben zaten hemen başvururum aynı evde kalırız falan dedik.İpek zaten hiç durmaz hahaha.
İstiareye yatayım,hayırlı olur mu diye denedim ama tam bişi göremedim, hem iyi hem kötüydü.Tam olarak konsantre olduğum bi zamanı kolluyorum kesin cevap için hahhah.

--Bugün birbirimize "nişanlım" diye hitap ettiğimiz Oğuzcumla buluştuk,bizim altın kızlar da geldi.Çok enteresan şeyler dinledim.
Arkadaşlarım,"Kızım siz çok modernsiniz,yurtdışı görmüşsünüz işte ama o iş öyle olmuyor!Benim sevgilim başka kızlarla/erkeklerle ben yokken buluşamaz" dediler.Ben şahsen çok şaşırdım."Neden ama yaa?Ne alakası var?Yani zaten seni seçmiş,sen onun sevgilisisin ve ciddi düşünüyosun o zaman sorun nerde?Herkes de gözünü dikmiş senin sevgilini ayartmaya uğraşmıyo ya!" dedim.
"Olmaz canım" dediler "Biz güvenemeyiz.O iş öyle senin sandığın gibi olmuyo"
İşin bir de şu tarafı var ki ben hep böyle düşünüyordum.Karşındaki tam bir kazanova olmadığı ya da sevgisinden şüphe duymadığınız sürece bunca kasmak anlamsız geliyor bana.Herkesin doğrusu benimle hiçbir zaman aynı olmadı zaten,al yine çıkıntı oldum burda!Bana normal gelen şeyler çoğu insana göre yanlış ama herkesin bi ilişki yaşayış şekli var tabi bişi de diyemiyorum.
Siz ne dersiniz bilmem ama bana böyle.

31 Oca 2014

Senin bildiğini herkes bilir mi?

Geçen gece arkadaşlarımla İlhan Şeşen-Vedat Sakman konserine gittim.
Sandığımın aksine İlhan Şeşen çok komik ve neşeliydi.Sesine zaten lafım yok,dupduru ve çok güzel.
Sonra eve geldim,hemen çay koydum.Bu evin en çok bu tarafını seviyorum:Her daim kaynayan bi demlik çayımız var.Yatma saatlerim ve uyku düzenim tamamen değiştiği için gece gündüz çay kaynıyor.Ha bir de cidden gece 3ten evvel uyuyamıyorum.Mesela saat 1 se "He erken daha ya" falan yapıyorum kendi kendime.
Neyse çayı koyup oturur oturmaz annem,"Kızlar ben hastaymışım" dedi.
"Ne hastası?"
"Takıntı hastası"
"E biz onu biliyoduk zaten,yeni bişi değil ki.De nerden bu kanıya vardın?"
O gün eline bi gazete geçmiş,bir doktor yazısı okumuş.Belli başlı emareleri yazmış adam,şu şu şu özelliklere sahipseniz takıntılı bir insansınız ve uzun vadede de bunun hastası olursunuz demiş.
"Fark ettim de ben herkesin derdini dert ediyorum" dedi "Anlatıyolar ya mesela,gece gündüz düşünüyorum 'Naptı acaba?' 'Nasıl oldu acaba?' diye.En basitinden bak mesela şu duvardaki boşluk gözüme takılıyo aylardır.Gittikçe artıyor,bu da beni takıntılı bir insan haline getiriyor demek ki"
Aslını isterseniz bu annemde hep olan ama uyarmamıza rağmen yıllardır fark etmediği bir şeydi.Ufak ufak başlıyorsunuz bir şeyleri takmaya,küçük şeyleri.Ne bileyim,mesela tozu alınmamış bir sehpaha olabilir bu,ya da yamuk duran bir tablo gibi.Sürekli düşünüp,sürekli düzeltmeye çalıştıkça da gitgide daha bağımlı hale geliyorsunuz.
Katrina öyleydi mesela.Annem öyle değil Allahtan,daha çok başkasının derdine takan cinsten ama Katrina o konuda çok beterdi.İnsanların dertlerine o kadar kafa yormazdı ama temizlik konusundaki takıntısı yeter de artardı yani.Hele ki birine takmışsa eyvahlar olsun."Valla bunu bi an önce sonlandır,Katrina gibi olma" diye güldüm anneme.
Yıllar önce gittiğim bi psikolog "Tekrarlayan hareketler alışkanlığa dönüşür" demişti.Bunu,psikologa gitmeden çoook önce fark edip,13 yaşımda başlayan simetri hastalığıma 14 yaşında son vermiştim.Cidden ben 13 yaşında simetri hastası oldum,bilirsiniz hani şu "tüm objeler aynı sırada durmalı,düz durmalı" hikayesi.Neden bilmem,bu sorunu kendi kendime edindim.Bir iki üç derken baktım aaa!ben simetri hastasıyım.Annem sinirlenmeye başlamıştı."Yeni yeni huylar edindin kendine" dedi.Sonra baktım ben üstüne gittikçe daha da bağımlı oluyorum,bak o zaman kimse de bişi dememişti bana psikolog falan,dedim ki kendi kendime:"Bu gece gözünü alıp seni sinirlendirecek hiçbir şeye bakma.Yokmuş gibi davran" ve böyle böyle bıraktım bu hastalığı:Yok sayarak.
Anneme bundan bahsettim:"Gözüne bişi batıcaksa,kafanı çevir ve görme.Üstüne gittikçe artıcak yoksa".
Çok uzun konuştuk.Aslında kendisine hiç zaman ayırmadığından bahsettik.Saçma sapan bir sürü şeye koşturmak zorunda değildi,hep bizi düşünmesine gerek yoktu.Kendisinin tonla derdi olsa,bizim dışımızda kimse kendi derdiymiş gibi dert edinmezdi,onun insanlara yaptığı gibi.Onun farkında olduklarının biz çoktan farkındaydık.Daha neler neler...
En az 1 saat tartıştık,fena gaz verdik.
Mesela beli ağrıyodu,"Seni yarın spora yazdırıyoruz,yüzüp spor yaparsın" dedik.Ertesi gün de hemen gittik,baya da güzel bi tesisti kocaman böyle,her türlü imkanı var.İstediği zaman da gidicek,şahane.Yazdırdık,bugün de gidicek.Çok istiyordum kendisi için bişi yapsın,nihayet gazla mazla yine de gitti.
Onun adına çok mutluyum,iyi ki yaptı.El birliğiyle gidicek takıntısı,zaten şimdiden dikkat etmeye başladı.
Yani demem o ki sizin bildiğinizi aslında diğerleri çoktan biliyor.
Sadece belki de bunu önce sizin dillendirmenizi ya da fark etmenizi bekliyorlar.
Başlamalı bir yerden.

16 Oca 2014

Ne güzelsiniz siz!

Bugün çok uzun zamandır göremediğim canım arkadaşlarımı gördüm.
Bunlar üç tane zeki kız.Cidden zekiler ama.Onlarla olunca hep dinlemek istiyorum,hep öğrenmek bir şeyler.
Bugün onlarla geçirdiğim beş saat boyunca bıkmadan ve durmadan konuştuğumuz şeyler arasında siyaset,kadın erkek ilişkisi gibi belli başlı "ana" konular  vardı.
Çünkü ikisi evli.Yaşları da benden büyük.
Aklımda olan sorular,içimdeki evhamlar anladım ki onlarda da var.
Anladımki aslında aynıyız,tastamam aynı.Kendimi ayrık otu olarak görmem anlamsızmış.İçimden çoğu kez durup dururken geçen "Aslında hepimiz birbirimizin aynısıyız ama neden olduğundan farklı göstermeye çalışıyoruz ki?" sorusunun cevabının "Hayır ya aslında tıpa tıpız" olması içimi ferahlattı.'Oh be' dedim,'haklı çıktım.'
Bugün hem büyük bir ciddiyetle konuştum,hem de kahkaha attım.Çok merak ettiğim soruları da sordum ama.
Biri konuşurken "Şu anda beni anlatıyosun.Şu anlattığın resmen benim" dedim hayretle.O da yıllar boyu hiç kısıtlanmamış,bana ekstra olarak ailesinden ayrı yaşamışken 4 yıldır çıktığı çocukla evlenmişti."Evliliğin ilk altı ayında hiç etmediğimiz kavgaları ettik.O kadar bağımsız yaşamışım ki,birinden izin almak zor geliyordu.Hala da alışamadım ama bir yerde uyuşmamız gerekiyor" dedi.
Diğeri,"İkna etmek zaman alıyor,haliyle yorucu ve stres yapıyor" dedi.
İkisinin de ikna olduğu nokta "Çok bağımsız yaşayan bizim gibi insanlar için evlilik ilk başta zor" du.
Erkeklerin çok basit mekanizmalar olduğunda karar kıldık.Hepimiz biliyorduk ki ne olursa olsun bu ülkede erkek çocukları "ERKEKKK"-"OĞĞLUMMMM" nidalarıyla büyüyordu ve haliyle egoları yeteri kadar okşanmıştı.Az ya da çoktu ama fark etmiyordu.Yıllar sonra bir kadının çıkıp da "Ben kendi kendime yeterim" demesi, hayatları boyunca görmek istedikleri ego okşanmasının kaybına neden olduğundan onları bir yarışa sürüklüyor ve kavgaya hıra güre davetiye çıkıyordu.Yıkılıyordu ilişki içten içe,çöküyordu.Erkek,kadını rakip olarak görmeyip de olduğu gibi kabul ettiği ve kadının da aynı yolu izlediği kadar yürüyordu beraberlik.
Erkekler ne kadar güçlü görünürse görünsün,egolarını zedelemeye bir kelime yeterdi ve biz kadınlar bunu bilirdik.Yüceltmek de bir kelimeyle olurdu mesela.
Kadınların elde edemeyeceği erkek yoktu.Kafayı takarsa allem eder kallem eder,gerekirse yıllar alır ama yine elde ederdi çünkü kadın zekiydi.Erkeki ise; ona aslında kendini bilerek,sırf saçmalamasın diye güçsüz gösteren kadının karşısında egosu altında kasım kasım kasılırken,kadın ne yaptığını bilmenin zaferiyle aslında o erkeği o anda "idare ediyordu".Biliyordu da nasıl yapıldığını,erkeğin o anda yaptığının ama bilmiyormuş gibi yapıyordu.Öyle olması gerekiyordu.
Bolca sevgi sözcüğü söylemek gerekiyordu.Öpüp koklanmalıydı sevilen kişi.Çünkü aşk,diğer bütün duyguların dışında çok özel ve güzel bir duyguydu(Bu son cümle sadece arkadaşlarımın.Bu konu hakkında hiçbir şey söylemedim).Bütün bunların yanında,sevdiğin insanla aynı evde yaşamak,onunla bir şeyler paylaşıyor olmak muhteşemdi.

Baktım da hakikaten ortak duygular,"ilişkide uygulanamayan stratejiler"-yani en azından ben ve aramızdan bazılarının yapamadığı- ile herkes aynı,birebirdi ve bu işin matematiği bu kadar basitti.
Ne güzeldi kızlar yaa!Ne güzeldi onların beyinleri,düşünceleri.
İçim dışım ışık doldu.

13 Oca 2014

Merhaba.Benim adım işsiz.

"Belirsizlik dönemi" diye bir şey var ve bu hayatta başıma en sık gelen şeylerden biri.
İngiltere'ye gitme evresinde kardeşimin okulunun bitmesini beklemek zorunda kaldım mesela.Kimseye yük olmayayım,para biriktireyim diye de çalıştım durdum.O evre hep çalışıp,okuyup,gözlem yaparak geçti.Sorularıma sorular eklendi,o beynim bir dakika susmadı.
Neyse sonra İngiltere'ye gittim.Tam bir öğrencilik dönemi yaşadım,kendimi başkalarının;beni hayatları boyunca daha önce görmemiş insanların gözünden gördüm,merak ettim onların aynasından nasıl yansıdığımı.Beklediğimden iyiydi.Hatta kat be kat diyebilirim buna.
Ya işin enteresan tarafı insanlar beni baya sıcak buluyor.Fakat o gün kötü günümdeysem,-ilk tanışmaysa bu bir de- fena halde aksi olabiliyorum.Haliyle bi "elektriğimiz tutmadı" muhabbeti dönüp duruyor.Doğrudur.Laf da sokabilirim,tersleyedebilirim.İşin garibiyse daha sonrasında mahcup oluşum,"Hayır yani ne gerek vardı ki şimdi buna?" diye kendi kendime soruşum.Ha ama şöyle bir şey de var ki bazı insanlar için inanılmaz soğuk,burnu düşse yere almaz görünüyomuşum dışardan.Bak bu çok doğru.Mesela beni metroda otururken görseniz-ya da yürürken-,yüzümdeki ifadeden dolayı çok sert ve esprinin e sinden anlamaz bi tip olduğum sonucuna varabilirsiniz.Madalyonun iki yüzü gibi her insanın iki yüzü var ve bu da benim değiştiremeyeceğim gerçeklerim olarak kaldı.
Amaaaan konu bu değildi.Nerden nereye geldim öf.
O hep beni bulduğundan bahsettiğim ara dönem yine geldi beni buldu:Yurtdışındayken "öğrenci"ydim.En azından bi vasfım vardı yani.Fakat burada işler değişti.E artık yurtdışı gördün,dil öğrendin-ki anneme göre teklemiyormuşum da konuşurken,anlamıyormuş ne dediğimi ama arada yakalıyormuş birkaç kelime- daha ne bekliyorsun muhabbetlerinin günyüzüne çıkmaya çok yakın olduğu bir zamanda,arafta dolanıp duruyorum.Sanmayın ki boş oturuyorum:Durmadan iş başvurusu yapıyorum,o kadar çok mühendis aranıyor ki "Kahretsin neden mühendis olmadım ki" diye kendi kendime söylenirken babam ordan "Ben sana zamanında demiştim,fen matematik seçebilecek ortalaman vardı gittin eşit ağırlık seçtin,olurdu senden bi endüstri mühendisi" diyor.Al işte,yine ciddiye aldı."Kendimi bildim bileli sözelciyim,ne feni matematiği yaa dalga geçiyorum" diye bir de uzuuun uzun açıklama yapıyorum.Hayatı boyunca benim bir hukukçu ya da endüstri mühendisi olabileceğime inandı çünkü.Ona göre yazarlık çok da bir iş değil.Kendisi bir mühendis bey olduğu için zeka tamamen matematiksel işliyor,sözelin aslında ne kadar da kıymetli bi hazine olduğunun farkında değil.Neyse kendi tercihi demek lazım.
İş başvurularının yanısıra hayatımı okumaya adadım.Zaten sürekli okurdum,hala devam ediyorum.Arkadaşlarımla buluşuyorum.Mesela bu haftanın tamamını onlara ayırdım,hep dışarı çıkıcam diye annem,"Yeter ya bi gece de evde oturun" diye söylenmeye başladı.Yüzümüzü görememiş.
İşsizlik bir insanın başına gelebilecek en kötü şey olsa gerek çünkü mesela  geçen gün ilaç yazdırmaya Yasemin hanıma gittim yine ve tüm kibarlığımla "Acaba şu ilaçları yazar mısınız?" dedim.Kadın bana çok kibar ve güler yüzlü davrandı,aslında ilk gittiğimde gayet soğuktu "Kısa kes aydın havası olsun" culardandı.Bu kadınla beraber edindiğim hayat dersi de,insanların davranışlarının senin onlara davrandığın şekle hemencecik bürünüverdiği gerçeği.Soğuksan soğuk,kibarsan kibar.
"Lise öğrencisi misin?" dedi.Haydaaaa!Geçen sefer "Üniversite kaç?" demişti,demekki iyice zayıfladım 18 falan gösteriyorum diye sevinirken "Bitti okul" dedim."Branş?"-"ÇEKO"-"Meslek?"-"Çalışmıyorum." Allah kahretmesin,bunu söylemekten nefret ediyorum!İsterdim mesela diyeyim "İK Sorumlusuyum" falan.İnadına da sordukça soruyor.Ter içinde kaldım,Allahtan bitirdi de rahat ettim.
Çıkınca aldı yine beni düşünceler:Elim ayağım sağlamken bi iş bulmam şarttı.Başkasının sana para vermesi bu yaştan sonra koyuyor.Nefret ediyorum.
Bugün kızlarla konuştuk da,evlilik baskıları da yavaştan artmaya başladı onlara göre."Valla ben baskı falan hissetmiyorum" dedim,yapsalar bile sallayacak halde değilim.İçim çocuk,o sorumluluk bambaşka bana göre.Fakat onlardan biri şu anda inanılmaz aşık,gözlerinin içi gülüyor ve o kadar mutluyum ki onun adına..."Evlilik sandığın kadar kötü değil bence,mesela ben sevdiğim adamla uyumak isterim.Kim istemez ki bunu?" dedi.Cevap vermedim.Bişi söylemek istemiyorum bu konu hakkında.
Neyse işte.Ha bu arada İrina telefonuma İspanyolca uygulamalar yüklediği için her gün düzenli olarak çalışıyorum,defter kalem aldım yavaş yavaş öğreniyorum."Kızlar süt içer"-"Onlar gazete okur" gibi şeyleri öğrenmeye kadar vardırdım olayı,okuyunca anlıyorum,konuşma daha yavaş olacak tabi ve normal de çünkü hoca falan yok başımda.Gittiği yere kadar ama azimliyim,başarıcam.
İşte böyle.Daha yazarım da başınız ağrımasın.Dinleyip napıcaksınız "Bir işsizin anılarını" di mi?
Umarım güzel gelişmelerle yeniden karşınızda olurum.
Esen kalınız.

9 Oca 2014

Uzun bir aradan sonra

Allahım yarabbim neler neler oldu da size yazmaya mecal bulamadım.
Ertele ertele durdum."Bugün yazarım"-"Ay yok ayol yarın yazarım" diye diye erteledim,kısmet bugüneymiş.

------ Efendim İngiltere topraklarından Türkiye'ye kesin dönüş yaptım.Gelmeden 1 hafta önce Katrina ve kızı Paris'e,oradan da Tayland'a geçeceklerinden ötürü kardeşimin evine taşındım.O hafta içinde de iki kere gece klübüne gittim ve bugüne kadar gitmemekle aslında hiç de bir şey kaçırmadığımı anlamış oldum.Ne kadar öpüşen sevişen varsa hepsini gördüm,sadece 2 saat dans edip oturduğum yerden gözlem yaptım."Vay be,bu da insanlığın başka bir hali" falan diye kendi kendime söylendim.Yanıma gelip saçma salak sorular sormaya yeltenen,hiç tanımadığım Brezilyalılara tip tip baktım,dansa kaldıran arkadaşlarıma direndim,direnemediklerimle beş dakika oynadım ve tekrar yerime oturdum.İzlemesi eğlenceliydi dans edenleri.Fakat kendisi değil.
Birdahaki sefere kısmetse 4 sene sonra.hahahha

-------Türkiye'ye dönmeden bir gece önce okulun yurdunun kapısının önünde ve yağmurun altında Audrey "La Vie En Rose"u söylerken Evaganiya ağlıyordu.Kardeşimle bana bakıp bakıp "Bu ikisinden nasıl ayrılıcam?" diye sordu.Ortamdaki üzgün havayı dağıtmak için saçma espriler yaptım,güldürdüm herkesi.Gitmemiz gerekiyordu ama kimse "Hadi" demeye cesaret edemiyordu.Sonunda saat iyice ilerleyip yapacak bir şey kalmadığında tek tek herkesle vedalaşmaya başladım.Klasik ayrılık lafları ve "Türkiye'ye gelicem"ler söylendi,sevindim ve hatta davet de ettim.En son Gabriel'e geldim.Ki kendisi 25 dursa da 19unda,üçüncü derslerde yan sıra arkadaşım ve sürekli "Gabroşşşş ayyyy" diye diye espriler yapıp sarıldığım bir tip."Gel" diye sarılmak istedim,"No!" diye arkasını döndü."Noldu ya?" dememe kalmadan bi baktım ki ağlıyor.Kıyamam ya,yanaklarından yaşlar nasıl süzülüyo yavruşumun bi görseydiniz!Kafasından öptüm,sarıldım ona."Yine görüşücez" dedim,"Türkiye'ye gel" dedim."Tamam" deyip ağlamaya devam etti,çok tatlıydı çok yaa.Kıyamam.
O zamana kadar ağlamayan ben,herkesi geride bırakıp el sallarken ağlamaya başladım.Zordu.İngiltere'den ayrılmak da tanıdığım onca müthiş insandan ayrılmak da...Zaman uçtu sanki,gitme zamanı geliverdi.
O kadar güzel bir hayat tecrübesi ki kelimelerle anlatmak mümkün değil.Yepyeni hayatlar,maceralar,yemekler,yepyeni yerler,anılar...Ahh ahh!

----------Yeni evimize annemin kapıyı bir iki üç diye saymasıyla girdik.O kadar beğendim ki nasıl anlatsam...Tam bir ikea evi.Hep görüp de "Ayyy böyle olsa ya" dediğim cinsten.En güzel tarafı da paldır küldür yürümek için alanı var,KORİDORU BİLE VAR.Çünkü eski evde odalar arası üç adımdı,burdaysa koridoru banyosu mutfağı falan her yer geniş geniş.Deli gibi büyük balkonu da var,henüz imar izni çıkmadığı için bahçeye çim ekilememiş,balkon kapatılamamış ama...beklerim bee.O kadar güzel ki...

-----------Buluşmam gereken o kadar çok kişi vardı ki,fakat velakin zamanım olmadı çünkü geldiğim hafta yatak döşek grip oldum.Kafamı tutamadım,saçlarımı kestirmeye gittim,beklerken gözlerimden yaşlar aktı,sallanıp durdum grip olan çocuklar gibi.Annem durup durup "Tamam kızım,gidicez kızım" dedi,perişandı halim.Bilimum ilaçları içip uyuyordum.Yaptığım tek şey buydu.Hatta saçlarımı kestirdiğimin ertesi günü eve bissürü misafir geldi,atıyorum beş saat oturdularsa ben sadece 1 saat oturabilmişimdir çünkü gittim ve uyudum binbir özür dileyerek.Duramıyordum ki...Sağolsunlar onlar da çok anlayışlı insanlardır,odaya gelip gelip üstümü örttüler,"Ahh yavruum" diye.Neyse ki şimdi bomba gibiyim Allaha şükür.
Bir de iyileşmem gerekiyordu çünkü yılbaşından bir gün sonra İrina geldi Bursa'ya.3 gün kadar İstanbul'da kaldı,ordan buraya geçti.Yaklaşık olarak 6 gün kaldı bizde.Annemle birbirlerini çok sevdiler-her ne kadar birbilerinin dillerinden anlamasalar da-,dayımla rusça konuştu ve okuduğu okula şaştı kaldı,dolmuşu taksi sanıp arabaya binen adam için "O neden bizimle geliyo?" dedi,inerken "Byyyyee" dedi.Mevlana tekkesine götürdük,sema edenler içeri girer girmez türkçe "Hoş geldiniiiiizzz" deyince tüm teyzeleri güldürdü.Her yeri gezdik birlikte.

Giderken de ağlattı ve de ağladı.Canım benim,yine gelsin...

------Ve şimdi buluşmam gereken o kadar çok insan var ki,ayarlıyorum gücüm yettiği kadar.
Ha bu arada iş başvuruları da yapıyorum tabi.İnşallah çıkıcak bir yerlerden efendim.
Saygılar sevgiler.

9 Ara 2013

Kısa ve net.

Ben aslında korkmuyorum zannediyordum.
Cesurum,altından kalkarım falan diye kendimi gaza getiriyordum.
Fakat ben "Asla evlenmemesi gereken insanlar" kategorisine giriyorum.
Bunu ilgi çekmek ya da bıktırmak için söylemiyorum.Yüzde yüz gerçek ve abartısız.
Çünkü ben kendi içinde düğümleri bir türlü çözemeyen,bir erkeğe anaç bir tavırla yaklaşamayan-yaklaşanlara imrenen- ve onun en ufak şeylerde bile sanki biri ölmüş gibi davranmasına tahammül edemeyen bir tipim.
İlişki nasıl idare edilir bilmem.Bir erkeğin davranışları nasıl alttan alınır bilmem.
Bunları baştan sorguluyorum çünkü bir arkadaşım böyle bi durumla karşılaştı,hemen kendime uyarladım ben olsam napardım diye ve kişisel değerlendirme sonucum yine kırık yine kırık.
Bana  "Ben seninle zaman geçirmek istemiyorum" diyen bir erkeğe-ki oldu- asla "Kal" diyecek biri değilim mesela.Aynen şöyle cevap verdim:"Benimle zaman geçirmek istemeyen birini yanımda zorla tutacak halim yok.Git."
Bugün düşündüm,bu kadar sallamaz oluşumun sonunda belki de kimse beni sevmez.
Dedim sonra olur mu öyle şey ya,mutlaka bir sevenim olur.Arkadaş anlamında da,aile anlamında da.
Kafam karıştı.
Evlilik denilince,biri benimle ciddi bir şeyler düşünmek isteyince krize girmiş gibi reaksiyonlar gösteriyorum:Göz kararması,baş dönmesi,el titremesi ve "Hayır yaa" diye inlemeler...Koşarak uzaklaşma hissi...
Bunda korkunun da etkisi var,sıkılma ihtimalinin de...Bulduğunu sanıp aslında bulamamış olmanın da...Özgürlüğün güzel tadının da...
Fakat bildiğim net bir şey var ki ben kesinlikle evlenmesi gereken kızlar kategorisinde değilim.Benim gibi birinin evlenmemesi hatta bir erkek arkadaşının bile olmaması lazım.
Kalp kırıyorum ben çünkü.
Sınırlarını zorluyorum insanın.
Canım yandıkça canını yakacak en güçlü kelimeyi arıyorum.

Yani kısacası gülen yüzüme,hoş sohbetime kanmamak lazım.
Madalyonun her zaman iki yüzü vardır.