Bu sabah birdenbire uyanıp, "Alarm mı çalmadı? Geç mi kaldım?" diye düşünerek telefona baktım. 02:45'ti. Sonra 4'te ve 5'te tekrar uyandım.
Sabah ezanının okunmasından on dakika kadar önce, yatağın içinde sağdan sola dönüp yorganı da çekiştirirken, birden 5 yıldır bileğimden hiç çıkarmadığım dedemin bilekliği kopup yere düştü. "Eyvah" dedim içimden "Kesin koptu. Neyseki çat etti, demekki yere düştü. Noluyor böyle ya? Gece 12:00'de uyuyup da böyle uyandığım pek olmadı. Şimdi de bileklik düştü, nerede acaba? Bugün ölmesek bari, Allah Allah!"
Sabah ezanı okundu, on dakika kadar sonra alarm çaldı kalktım. Yerde bir müddet aradığım bilekliği sonunda sapasağlam bulduğumda "Oh be! Valla helal parayla alınmış, güzel dedem" dedim. Rahmetli dedemi özlediğimi fark ettim.
Evden çıktım, servise doğru yürürken bir baktım gelmiş. Koşmaya başladım. "Allah Allah, çok erken geldi. Koşarken arabalardan biri beni ezmez inşallah, ölmesek bari" dedim. Sonra da tövbe tövbe dedim.
Serviste en arka köşe boştu, çok sevindim. Sabah karanlığında uyurum diye düşünürken bir de baktım ki ayılmışım. Normalde gözlerimi kapatıp yatıyorum çünkü. Dur biraz Facebook'a bakayım, sonra kapatırım gözlerimi dedim.
Açtım, bakmaya başladım. Şöyle bir yazı gördüm: "Kardeşim Yusuf hakkın rahmetine kavuşmuştur."
Yok canım o değildir bakışıyla on saniye ekrana baktım. Sonra dışarı baktım. Herhalde biri saçma bir oyun oynuyordu sabah sabah. 3 saat önce yazılmıştı. Tekrar boş gözlerle dışarı baktım, hala anlamıyordum. Yusuf'un facebook sayfasına baktım, rahmet mesajları yazılmıştı.
Elimde telefon, öylece kalakaldım. Yağmur yağıyor, servis gidiyordu, hava karanlıktı, herkes uyuyordu, ben öylece bakıyordum. Epey sonra idrak ettiğimde ağlamaya başladım. Bir türlü duramıyordum. Whatsapp'tan kızlar grubuna yazdım, Zeynep dönüş yaptı. Benim kadar şok olmuştu.
Neredeyse yol boyunca ağlayıp iş yerine vardım. Yerime oturduğumda Orhan Bey her zamanki neşesiyle gelip "Naber kız?" derken "Arkadaşım öldü" diyebildim ve ağlamaya başladım. Başsağlığı diledi. Sonra Bahar, Hande Hanım...
Cenazeye gitmek için yöneticimin yanına gittiğimde sadece "Arkadaşım öldü bugün" diyebildim. O kadar çok ağladım ki, ne sorduğunu ne söylediğimi çok hatırlayamıyorum. Sağolsun araç ayarladı, hemen çık dedi.
İşte senin gidişini böyle yaşadım ben.
3 yıl boyunca bitmek tükenmek bilmeyen bir pozitiflik ve hayat enerjisiyle kanserle savaştın.
Ciğerlerine 8 litre kan dolduğunda, o hastane odasında bizi o kadar güler yüzle karşıladın ki bir kez daha hayran kaldım.
Kütahya'ya her gelişimizde yardım edişini, bir yerleri görelim diye çırpınmanı unutamam.
Şimdi birazdan çıkıp sana son kez veda etmeye geleceğim...
Ben çok güzel bir arkadaşımı kaybettim. Oysaki Koray Avcı konserine gidecektik sen hastaneden çıktıktan sonra.
Bazı şeyler eksik kaldı, sen de içimde hiç kapanmayan bir yara, ince derin bir sızı olacaksın artık.
En güzel hatıralarımda, kalbimin en güzel yerinde.
Nur içinde yat sen canım Yusuf.
Allah günahlarını affetsin, yattığın yerde dinlendirsin.
14 Oca 2016
3 Oca 2016
Bir tweet adama neler yazdırıyor!
İstanbul dönüşü feribotta giderken, "Can Dündar'ın, oğluna yazdığı yazı çok acayip" dedi İpek. Can Dündar'ı çok severim, son olaylardan dolayı zaten üzülüyorum falan. Okudum, çok da beğendim. Birçok kitabını okudum, aynı onun gibi sonu vurucu olacak şekilde çok tatlı yazmış. Babam bana böyle bir şey yazsaydı oturup ağlardım.
Yazıda özellikle şu kısım dikkatimi çekti, okuduktan sonra bir müddet düşündüm.
"Gülücüklerin mabedi” olmuş bir evde, ilk sözüne, ilk adımına, ilk aşkına tanıklık ettik.
En sevdiği oyuncağı, kitaplardı.
Yazıyla büyüdü.
Dilek jüri olur; biz yazı yarışması yapardık evde:
“Bir koku, yazıyla nasıl tarif edilir?”
Ben kekiği tarif ederdim; o, naneyi...
Kaleme koklamayı öğretirdik. "
Hakikaten bir kokuyu yazıyla nasıl tarif ederdim? Hangi kokuyu seçerdim? Başka hangi tür sorular sorsam bakış açım, dimağım, kelime dağarcığım genişlerdi ya da yaratıcılığımı arttırırdım?
Sonra şunu düşündüm ve düşündüğüm şeyi tweet attım: "Hayatımda olmasını istediğim kişi, cevabı zor sorulara beraber cevap aramak istediğim kişi"
Çünkü bu tip sorular insanı çok geliştiriyor, paylaşımın da gelişiminle paralel olarak artıyor. Böyle güzel kitaplar var, sadece sevdiğin kişiyle cevap bulman gereken ve bence çok başarılı bir aktivite olur.
Bu soruları çoğaltıp türetip daha çok sormak lazım. Sevdiğin insanla sadece dert tasa konuşulmaz. Kendi adıma konuşmam gerekirse hep tuhaf sorular sorardım çünkü. Karşı tarafın düşündüğünü görmek de beni çok mutlu ederdi. Belki o bir şey söylerdi, bir şey öğrenirdim veya ben ona bir şey öğretirdim.
İleride kendi evim olursa hep ilginç şeyler olsun içinde, aynı bunun gibi. Sorular olsun, cevapları olsun. İnsan ruhu yeni deneyimlerle, yeni öğretilerle beslenir.
Hepimizin hayatına böyle oyunlara eşlik edecek insanlar gelsin dilerim.
Bu sene yapılacak değişiklik çok, bu da onlardan biri olsun.
Yazıda özellikle şu kısım dikkatimi çekti, okuduktan sonra bir müddet düşündüm.
"Gülücüklerin mabedi” olmuş bir evde, ilk sözüne, ilk adımına, ilk aşkına tanıklık ettik.
En sevdiği oyuncağı, kitaplardı.
Yazıyla büyüdü.
Dilek jüri olur; biz yazı yarışması yapardık evde:
“Bir koku, yazıyla nasıl tarif edilir?”
Ben kekiği tarif ederdim; o, naneyi...
Kaleme koklamayı öğretirdik. "
Hakikaten bir kokuyu yazıyla nasıl tarif ederdim? Hangi kokuyu seçerdim? Başka hangi tür sorular sorsam bakış açım, dimağım, kelime dağarcığım genişlerdi ya da yaratıcılığımı arttırırdım?
Sonra şunu düşündüm ve düşündüğüm şeyi tweet attım: "Hayatımda olmasını istediğim kişi, cevabı zor sorulara beraber cevap aramak istediğim kişi"
Çünkü bu tip sorular insanı çok geliştiriyor, paylaşımın da gelişiminle paralel olarak artıyor. Böyle güzel kitaplar var, sadece sevdiğin kişiyle cevap bulman gereken ve bence çok başarılı bir aktivite olur.
Bu soruları çoğaltıp türetip daha çok sormak lazım. Sevdiğin insanla sadece dert tasa konuşulmaz. Kendi adıma konuşmam gerekirse hep tuhaf sorular sorardım çünkü. Karşı tarafın düşündüğünü görmek de beni çok mutlu ederdi. Belki o bir şey söylerdi, bir şey öğrenirdim veya ben ona bir şey öğretirdim.
İleride kendi evim olursa hep ilginç şeyler olsun içinde, aynı bunun gibi. Sorular olsun, cevapları olsun. İnsan ruhu yeni deneyimlerle, yeni öğretilerle beslenir.
Hepimizin hayatına böyle oyunlara eşlik edecek insanlar gelsin dilerim.
Bu sene yapılacak değişiklik çok, bu da onlardan biri olsun.
22 Ara 2015
Bu bir milattır arkadaşlar!!!
Yaklaşık 3 haftadır özel bir üniversitenin İK eğitimine katılıyorum.
Psikolojiyle alakalı konular anlatıyorlar daha çok. O kadar hoşuma gidiyor ki anlatamam.
Mesela bu hafta alışkanlıklardan da bahsettiler. Her alışkanlığın oluşma süresi - bizim de bildiğimiz üzere- 21 günmüş ve bir alışkanlıktan kurtulmanın yolu bunun bir şemasının çizilmesiymiş. Şemayı çizip en mutlu olduğun anı tespit ettikten sonra o mutluluğu başka bir mutlulukla değiştirmek gerekiyormuş. Tabii bu yeni alışkanlığa bağlanma süresi de 21 gün.
Şimdi ben buradan ne çıkardım?
İşe girdiğim günden beri yani yaklaşık 2 yıldır hayatım genelde iş üzerine kurulu oldu.
Yine geziyorum ediyorum falan ama bir katma değeri yok.
Geçen sene yazın bir ukulele almıştım kendime. Tam bir maymun iştahlı gibi atladım hemen, çünkü ne nota bilirim ne de bir gitar tıngırdatmışlığım ya da özenmişliğim vardır. Buna özenmeme sebep olan şey, yazın tatilde okuduğum "Kumral Ada Mavi Tuna". Kitaptaki Meriç karakterinin kayınvalidesine "Yüksek yüksek tepelere" şarkısını gitarla çaldığını okuduğumda, kitabı bir iki dakikalığına kapatıp hayal etmiştim. Gitar olmazdı, çok büyük geldi. Ukulelenin sesini çok seviyordum, o olsundu.
- Hikaye bu.-
Zaman zaman Cumartesi günleri işe gittiğim için, Pazarlar bana kalsın, uyuyayım kahvaltı yapayım, efendim Bihter Ziyagil gibi takılayım derken ihmal ettim. Şu anda çevremdeki insanlara "Ukul..." dediğim an "Amaaaan" deyip sallamıyorlar.
Neyse ki 1 yılın sonunda (Bakınız: Ertelemeye yatkınlık) somut bir adım atarak hocanın numarasını aldım, eğitim Ocak ayında bittikten sonra ilk iş arayacağım.
Peki ben bunu neden yapıyorum?
Kendime küçük çaplı hedefler koymaya karar verdim ve buna ilk önce alışkanlıklarımdan başladım.
Kırması çok zor. İnanılmaz zor ama ilk adımı şöyle attım: Hayatımda ilk defa topuklu kısa çizme aldım kendime. İlk giydiğim gün evden çıktığım an kendimi çok ilginç hissettim, sanki herkes bana bakıp bakıp "AAAAAAAA HAZAL TOPUKLU ÇİZME GİYMİŞ" diyecek ve kahkahalarla gülecekti. Bir de tak tuk ses çıkarıyor, yürürken herkes bana bakıyormuş gibi geldi, "Çok ses yapıyor" dedim ama inat ettim. Birkaç kişi sordu, "Aaa ne güzelmiş çizmen" dediler. Ben de mutlu oldum tabii. Hem de hiç yapmadığım bir şeyi yapmanın huzuru vardı üzerimde.
Dün gittiğim bir restorantta, daha önce sorsalar yemek istemeyeceğim bir şeyi tattım ve uzun zamandır bu kadar güzel bir şey yemediğimi fark ettim.
Lisedeyken çok kitap okurdum. 15 yaşındayken tanışsaydık size Atatürk'ten, Latife Hanım'dan bahseder, tarih anlatırdım. Mizah dergilerini, Geo'yu anlatırdım. Şimdi eskisi kadar okuyamıyorum, yatmadan önce mutlaka okuyorum - bunu da bir hedef olarak koydum- ama arttıracağım.
Sporu sevmesem de, bir gün için bile olsa gideceğim.
Yurt dışına gideceğim.
Birilerine yardım edeceğim.
Allah sağlık verirse ben bunların hepsini yapmayı hedefliyorum.
Ha bu arada bir de diyete başladım. İstikrarlı bir şekilde devam ediyorum, 3 kilo falan versem o da yeter.
Değişmenin dayanılmaz hafifliği çok cezbetti çok.
Herkese tavsiye ederim.
Psikolojiyle alakalı konular anlatıyorlar daha çok. O kadar hoşuma gidiyor ki anlatamam.
Mesela bu hafta alışkanlıklardan da bahsettiler. Her alışkanlığın oluşma süresi - bizim de bildiğimiz üzere- 21 günmüş ve bir alışkanlıktan kurtulmanın yolu bunun bir şemasının çizilmesiymiş. Şemayı çizip en mutlu olduğun anı tespit ettikten sonra o mutluluğu başka bir mutlulukla değiştirmek gerekiyormuş. Tabii bu yeni alışkanlığa bağlanma süresi de 21 gün.
Şimdi ben buradan ne çıkardım?
İşe girdiğim günden beri yani yaklaşık 2 yıldır hayatım genelde iş üzerine kurulu oldu.
Yine geziyorum ediyorum falan ama bir katma değeri yok.
Geçen sene yazın bir ukulele almıştım kendime. Tam bir maymun iştahlı gibi atladım hemen, çünkü ne nota bilirim ne de bir gitar tıngırdatmışlığım ya da özenmişliğim vardır. Buna özenmeme sebep olan şey, yazın tatilde okuduğum "Kumral Ada Mavi Tuna". Kitaptaki Meriç karakterinin kayınvalidesine "Yüksek yüksek tepelere" şarkısını gitarla çaldığını okuduğumda, kitabı bir iki dakikalığına kapatıp hayal etmiştim. Gitar olmazdı, çok büyük geldi. Ukulelenin sesini çok seviyordum, o olsundu.
- Hikaye bu.-
Zaman zaman Cumartesi günleri işe gittiğim için, Pazarlar bana kalsın, uyuyayım kahvaltı yapayım, efendim Bihter Ziyagil gibi takılayım derken ihmal ettim. Şu anda çevremdeki insanlara "Ukul..." dediğim an "Amaaaan" deyip sallamıyorlar.
Neyse ki 1 yılın sonunda (Bakınız: Ertelemeye yatkınlık) somut bir adım atarak hocanın numarasını aldım, eğitim Ocak ayında bittikten sonra ilk iş arayacağım.
Peki ben bunu neden yapıyorum?
Kendime küçük çaplı hedefler koymaya karar verdim ve buna ilk önce alışkanlıklarımdan başladım.
Kırması çok zor. İnanılmaz zor ama ilk adımı şöyle attım: Hayatımda ilk defa topuklu kısa çizme aldım kendime. İlk giydiğim gün evden çıktığım an kendimi çok ilginç hissettim, sanki herkes bana bakıp bakıp "AAAAAAAA HAZAL TOPUKLU ÇİZME GİYMİŞ" diyecek ve kahkahalarla gülecekti. Bir de tak tuk ses çıkarıyor, yürürken herkes bana bakıyormuş gibi geldi, "Çok ses yapıyor" dedim ama inat ettim. Birkaç kişi sordu, "Aaa ne güzelmiş çizmen" dediler. Ben de mutlu oldum tabii. Hem de hiç yapmadığım bir şeyi yapmanın huzuru vardı üzerimde.
Dün gittiğim bir restorantta, daha önce sorsalar yemek istemeyeceğim bir şeyi tattım ve uzun zamandır bu kadar güzel bir şey yemediğimi fark ettim.
Lisedeyken çok kitap okurdum. 15 yaşındayken tanışsaydık size Atatürk'ten, Latife Hanım'dan bahseder, tarih anlatırdım. Mizah dergilerini, Geo'yu anlatırdım. Şimdi eskisi kadar okuyamıyorum, yatmadan önce mutlaka okuyorum - bunu da bir hedef olarak koydum- ama arttıracağım.
Sporu sevmesem de, bir gün için bile olsa gideceğim.
Yurt dışına gideceğim.
Birilerine yardım edeceğim.
Allah sağlık verirse ben bunların hepsini yapmayı hedefliyorum.
Ha bu arada bir de diyete başladım. İstikrarlı bir şekilde devam ediyorum, 3 kilo falan versem o da yeter.
Değişmenin dayanılmaz hafifliği çok cezbetti çok.
Herkese tavsiye ederim.
14 Kas 2015
Değiştiremeyeceğim gerçekler
- İstediğin kadar çok bakımlı, çok zarif, çok çekici olmaya çalış, olamayacaksın. Çünkü senin kafan başka çalışıyor. Sen dıştan çok içe bakıyorsun, moda sürekli değişiyor, takip etmek istemiyorsun. Rahatına düşkün bir tip olduğun için spor ayakkabı ve sırt çantası ile dağı, taşı, bayırı gezmek istiyorsun. Makyaj nasıl yapılır asla bilmiyorsun, öğrenemeyeceksin de. Küçükken kardeşinle evcilik oynarken onun kendine yaptığı makyajı nasıl hayranlıkla izlediğini hatırla. Annenin makyaj malzemelerini alıp ayna karşısına geçer, farı gözüne sürüp "Bok gibi oldu" diye silerdin. O günden bu güne de pek bir ilerleme olmadı zaten.
- Dağ, taş, bayır gezerken de dünyanın en salaş otellerinde/hostellerinde kalıp ses etmezsin. Parana göre alacağın hizmet de düşük olacağı için kabullenirsin. Merdivenlere oturup, salaş el arabalarından yemek yiyebilirsin. Çok lüks yerlere de rahatlıkla ayak uydurabiliyorsun ama araba kapının açılmasından, garsonun sana "Efendim" diye hitap etmesinden rahatsız oluyorsun. Çünkü ruhun avam.
- İnsanlardaki çıtkırıldımlık sende yok. Böcek görünce bağırmıyorsun, ağır pazar poşetleri taşırken söylenmiyorsun. Tüm işlerini hart hurt yapıyorsun yani. Kadınlar neden bu kadar mızıldanıyor anlamıyorsun da. Öyle işte.
- Çok sabırsızsın, içinde senden önce koşmak isteyen biri var sanki. Sakin kalamıyorsun, hareket etmezsen enerjini atamıyorsun. Hiperaktif değil, hareketlisin ve bundan dolayı yavaş insanları kesinlikle anlayamıyorsun. Her işin hızlı, her işin acele. Yolda yürürken sallana sallana giden insanlara bakıp, "Bakına bakına gidiyor, bağa bahçeye bakıyor gibi yaaa" diye söylenmen bundan. Önünde yürüyen insanı geçemeyecek kadar dar bir yoldaysan "ÖÖÖÖÖF" diye bağırışın bundan. Duramıyorsun. İşte asıl nedeni bu topuklu ayakkabı giyemeyişinin, hızını kesiyor. Giyince kendini çok güzel hissediyorsun, yakıştığını düşünüyorsun ama günlük hayatta tercih sebebi değil.
- Cebinde, çantanda kolonyalı mendil ve benzeri acil durum malzemeleri taşımıyorsun. Bir makyaj çantan var, içinde 3 renk ruj, bir küçük şişe parfüm var. Kalem, rimel falan yok yani, ihtiyaç duymuyorsun.
- Ayakkabı alırken çok geriliyorsun. İşte bundandır mağaza görevlisinin "Çok kısa sürede aldınız, çok teşekkürler" deyişi.
- Bir şeyden etkilendiğin zaman durup durup onu düşünüyorsun, atamıyorsun içinden.
- Kafanda hiç durmadan konuşan birileri var. Yatarken, okurken, yürürken falan hep bir şeyler düşünüyorsun. İşte bundan kaynaklanıyor sendeki konsantrasyon eksikliği.
- Bir şeyden soğuyunca eskiye dönemiyorsun. Dönsen de aynı tadı alamadığın için vazgeçiyorsun.
- Artık çok çabuk gözlerin doluyor. Nedenini anlamıyorsun.
- "Kaç yaşında olduğunu bilmiyor olsaydın kaç yaşında olurdun?" sorusuna vereceğin cevap 17.
- İnsanları dinliyor ama çok azına katılıyorsun. Söylediklerini süzgeçten geçirip, istediğine inanmayı seçiyorsun.
- Bazen hayatta çok şey kaçırıyormuşsun gibi geliyor. Sonra bu duygu geçiyor.
Aman naparsın Hazal, Allah da seni böyle yaratmış.
Kabullenmekten başka elden ne gelir?
25 Eki 2015
Bir gün bir çocuğum olsaydı, ona şunları söylerdim
- Hayatın boyunca çeşit çeşit insanla karşılaşacaksın. Her birinin düşünceleri, beklentileri, belki de dili, dini ve ırkı farklı olacak ve illaki birkaç tanesi sana daha yakın gelecek. Sadece şunu bil ki, dünyada sadece iki tip insan vardır: İyi insan ve kötü insan. Bunun dışındaki hiçbir kriterle kategorize etme onları. Göründüğü gibi olmayabilir her insan. Buz dağı gibi, ne cevherler ne hayatlar var belki de, senin bilmediğin. İskoçya'da bir müzede Niki de Saint Phalle adındaki bir sanatçının eserleri sergileniyordu. İlk kez orada karşılaştığım bir tanesine aşık olmuştum. Bir insan yüzü düşün, bir tarafında görünen, izlenebilen özellikleri yazıyor; diğer yarısı ise karanlık, kuşlar var üzerinde. Diyor ki, "İnsanın görünen yüzü kadar görünmeyen tarafları da vardır". Bir ışık yandı içimde bu eserini görünce. Ne zaman birine kızacak olsam aklıma bu gelir. Düşünmeden, empati yapmadan kesin yargılara varma.
- Hayatta hep pozitif ol, neşeyle bak. Çocuklardan öğrenilecek çok şey var, onlarla vakit geçirdiğin her anın çok eğlenceli olacağını unutma. Bilmişlik yapmadan öğret, seninle birlikte harcadıkları zamanın onlar için en muhteşem anlar olmasını sağla. Çünkü ileride akıllarına kazınacak olanlar bunlar olacak. İçindeki çocuk ruhunu kaybetme, her adımında bir güzellik ve komik bir taraf bul. Ruh mizahtan beslenir.
- Hayatta en çok acınacak olan insan, kendisini fazla dikkate alan insandır. Kendini çok ciddiye alıp da egolarını kabartma. Egolar büyüdükçe önünü ve kendinden başkasını göremez olursun. Gerektiğinde egolarını ayağının altına paspas yapabilmeli insan, bunu bir yerlere yazmıştım bir zaman. En çok kendine gül ama kendini ezdirme.
- İş bitirici ol. Hayattaki en büyük zaman kaybını ağır kanlı insanlar yaratır.
- Hayatta her şey para değildir. Çalışmak, üretmek kadar yaşamak da güzel. Sosyal hayatını hep canlı tut, vazgeçme seni sevenlerden. Sarıl onlara.
- Din kompleks bir şey değildir. Herkes farklı yorumlayacak, herkes farklı bir şey söyleyecek. Önemli olan şey kalbini temiz tutup, başkaları hakkında kötü şeyler düşünmemek aslında. Bunu başarır ve iman edersen her kapı önünde açılır.
- Düşün, oku, sorgula. Hayatta ne yapmak istiyorsan, önce içinde keşfet.
- Aslında ilk başta söylemem gereken şeyi en sonda söyleyeyim: Kendine saygın olsun, her şey buradan beslenir. Sana bir kötülük yapıldığında, içini acıttıklarında sadece ama sadece kendine olan saygından gitmen gerekir. Yoksa yerlere düşüp ağlamak, gereksiz yere zaman harcamak olası.
- Bu şiiri hep hatırla, sana yol olsun, ışık olsun.
İnsanlar da ülkelere benziyor
Sınırları var, yüzölçümleri
Yasaları var
Bayrakları, ilkeleri
Kimi dağlık bir arazidir.
Kimi kıraç
Kimi bereketli
Kimi dardır
Kimi engin gözalabildiğince
Kiminin sınırlarından sıkı pasaport denetimiyle girilebilir.
Elini kolunu sallayarak girersin kiminden içeri
Sonuçta ne küçümse insanları kızım, oğlum
Ne de önemse gereğinden çok
Ama anlamaya çalış
Nedir ve ne kadar genişleyebilir yüzölçümleri
Sınırları var, yüzölçümleri
Yasaları var
Bayrakları, ilkeleri
Kimi dağlık bir arazidir.
Kimi kıraç
Kimi bereketli
Kimi dardır
Kimi engin gözalabildiğince
Kiminin sınırlarından sıkı pasaport denetimiyle girilebilir.
Elini kolunu sallayarak girersin kiminden içeri
Sonuçta ne küçümse insanları kızım, oğlum
Ne de önemse gereğinden çok
Ama anlamaya çalış
Nedir ve ne kadar genişleyebilir yüzölçümleri
20 Eyl 2015
Duramadım, yazıyorum.
Bir zamanlar dayım bana, "Sizin evlenmeniz çok zor kızım" demişti.
Şaşırmıştım. Nedenini anlayamadım, sordum.
"O kadar huzurlu bir eviniz var ki, yeni bir evde bu huzuru bulamamak korkutacak" diye devam etti.
O zamanlar ne demek istediğini anlayamamıştım. Neden zor olsundu ki? Sonuçta ortada sevdiğin bir insan vardı, yepyeni bir hayat, yeni bir düzen falan hoş olabilirdi.
Sonra aradan biraz zaman geçti, bazı şeyler yaşadım ve gördüm. Ancak o zaman idrak edebildim ne kadar doğru söylediğini.
Normalde birçok insan huzursuz bir evde bulunmasından dolayı evlenmek ister ama bende durum biraz tersi. O kadar huzurlu ve neşeli bir evimiz var ki,maşallah, bunu yeni bir evde bulamama ihtimali korkutmaya başladı gerçekten. İlginç geliyor ama öyle. Gerçi bu biraz da hazır olmakla ilgili bir şey. Ben henüz o noktada değilim, yani birkaç yıl önce de hissediyor olduğum 17 yaş ruhundan kurtulamadım.
İlginç gelen bir diğer nokta da erkeklerdeki zayıflık. ÇOK AMA ÇOK ZAYIFLAR. Bunu özellikle büyük harflerle yazdım. Psikoloji, hayata bakış falan mümkün değil bir kadınınkine erişemez.
Tüm hataları yapıp, kendilerine yine de güvenen ve itimat eden insanlara yaptıkları şeyler akıl alır gibi değil. Bir insan nasıl bu kadar küçülebilir aklım almıyor.
Tüm bunlara rağmen yine de en sevdiğim şey geçmişle yaşamamak.
Çünkü şu noktada anlaşmamız gerekiyor ki, geçmişle yaşayan geleceğe bakamaz.
Dünyevi şeylere bu kadar prim vermemek gerekiyor.
Yaşanacak güzel bir hayat, yeni meşgaleler var. Kötü şeylerle oyalanmak için kısa cidden.
Mutlaka kırılacağımız şeyler olacak. İçimiz içimizi yiyecek, bunda problem yok ama bir ömür geçmez. Üzerini çizip, orada bırakıp devam etmeli yola.
En azından ben öyle yapıyorum.
Bir çocuğum olsa muhtemelen ona da aynısını söylerim.
Sahi ya, geçen gün yolda bunu düşündüm. Bir çocuğum olsa ona nasıl bir hayat dersi vermek isterdim diye.
Ataol Behramoğlu'nun "İnsanlar" şiiri, kendisini tanımaya başladığı zamanlarda vereceğim ilk hediye olur.
İkinci olarak da tek şey, kalbini temiz tutup insana, doğaya, canlıya zarar vermemesi gerektiği.
Bence her şey bunlardan ibaret çünkü.
Sağlıcakla kalınız.
Şaşırmıştım. Nedenini anlayamadım, sordum.
"O kadar huzurlu bir eviniz var ki, yeni bir evde bu huzuru bulamamak korkutacak" diye devam etti.
O zamanlar ne demek istediğini anlayamamıştım. Neden zor olsundu ki? Sonuçta ortada sevdiğin bir insan vardı, yepyeni bir hayat, yeni bir düzen falan hoş olabilirdi.
Sonra aradan biraz zaman geçti, bazı şeyler yaşadım ve gördüm. Ancak o zaman idrak edebildim ne kadar doğru söylediğini.
Normalde birçok insan huzursuz bir evde bulunmasından dolayı evlenmek ister ama bende durum biraz tersi. O kadar huzurlu ve neşeli bir evimiz var ki,maşallah, bunu yeni bir evde bulamama ihtimali korkutmaya başladı gerçekten. İlginç geliyor ama öyle. Gerçi bu biraz da hazır olmakla ilgili bir şey. Ben henüz o noktada değilim, yani birkaç yıl önce de hissediyor olduğum 17 yaş ruhundan kurtulamadım.
İlginç gelen bir diğer nokta da erkeklerdeki zayıflık. ÇOK AMA ÇOK ZAYIFLAR. Bunu özellikle büyük harflerle yazdım. Psikoloji, hayata bakış falan mümkün değil bir kadınınkine erişemez.
Tüm hataları yapıp, kendilerine yine de güvenen ve itimat eden insanlara yaptıkları şeyler akıl alır gibi değil. Bir insan nasıl bu kadar küçülebilir aklım almıyor.
Tüm bunlara rağmen yine de en sevdiğim şey geçmişle yaşamamak.
Çünkü şu noktada anlaşmamız gerekiyor ki, geçmişle yaşayan geleceğe bakamaz.
Dünyevi şeylere bu kadar prim vermemek gerekiyor.
Yaşanacak güzel bir hayat, yeni meşgaleler var. Kötü şeylerle oyalanmak için kısa cidden.
Mutlaka kırılacağımız şeyler olacak. İçimiz içimizi yiyecek, bunda problem yok ama bir ömür geçmez. Üzerini çizip, orada bırakıp devam etmeli yola.
En azından ben öyle yapıyorum.
Bir çocuğum olsa muhtemelen ona da aynısını söylerim.
Sahi ya, geçen gün yolda bunu düşündüm. Bir çocuğum olsa ona nasıl bir hayat dersi vermek isterdim diye.
Ataol Behramoğlu'nun "İnsanlar" şiiri, kendisini tanımaya başladığı zamanlarda vereceğim ilk hediye olur.
İkinci olarak da tek şey, kalbini temiz tutup insana, doğaya, canlıya zarar vermemesi gerektiği.
Bence her şey bunlardan ibaret çünkü.
Sağlıcakla kalınız.
17 Ağu 2015
Toplama
- Bu aralar apartmanımız lanetlenmiş gibi hissediyorum. Etrafımız ağlayan çocuk kaynıyor, böyle bir şey olamaz. Normalde saati sabah 06:10'a kurup, 45'e kadar erteliyorum ama üst kat komşumuzun oğlu Efe sayesinde 06:00'da uyanıyorum. Dövüp dövüp duvardan duvara çarpmışsın gibi saatlerce ağlıyor. Geçen sabah 06:50'de evden çıktım, baktım balkonda babasının kucağında oturuyor. "Tey Allahım ya" dedim gittim.
Bu yetmezmiş gibi bir de yan komşunun oğlu, en üst komşunun iki oğlu falan da ağlıyor. Hayır yaz geldi, sabilerin başına güneş geçti, baygınlık falan geçirdiler diyeceğim ama inanasım gelmiyor. Ne zaman eve gelsem bir çocuk mütemadiyen ağlıyor. Bugün geldim, elim kolum dolu ve bayır çıkmışım ter içinde kalmışım...daha balkonun perdelerini açarken bir çığlık duydum. Neymiş, yan komşunun oğlu ağlıyor. "Ama bitmiyor sizin bu ağlamanız YETER ULAAAAAAAN!" diye bas bas bağırdım pencereden. Temsili falan değil, resmi olarak.
Şu yaz bir bitse de duymasak.
- Yaz bitsin demişken, Alaçatı'da çok güzel bir tatil yaptım. Yalnız her şey acayip pahalı ya, bir köfte ekmek 20 lira, oha dedim duyunca. İnsanlar abartmayı çok seviyorlar, neden bilmiyorum.
Otel süperdi bu arada. Hayatımda kaldığım en güzel ilk 5 otele rahatlıkla girerdi. Her sabah havuza girerken havlu veren Can'ı, çay getiren Kübra'yı, "Bugün menümüzde sahanda yumurta var" diyerek masayı donatan Lemi Bey'i ve eşi Okşan Hanım'ı nasıl unuturum? Ayrılırken Can, "Onca zamandır buradayım, ilk defa 3 kişinin küçük bir bavulla geldiğini gördüm" dedi.
Hedefimiz minimalist yaşam.
- Yeni başlangıçlar yaptım. Bunun üzerine uzun uzun yazmayı istemiyorum. Bu konuda daha çok içime içime konuşuyorum diyelim.
- Döndüm bir baktım ki yine işkolik olmuşum. Aslında işkolik falan değilim, iş çok. Düşünüyorum, sadece kafamdaki üç beş şeyi eklesem 2 aylık çalışılacak konu var. Geçen hafta 4 gün ful mesai, bir de Cumartesi gittim ama yine de bitmedi. En son bugün 4 saat süren (rakam gerçek) toplantının ardından gündemler üç yüz seksen beşe falan katlandı. Altından kalkmayı umut eder, kendime kolaylıklar dilerim.
Bu yetmezmiş gibi bir de yan komşunun oğlu, en üst komşunun iki oğlu falan da ağlıyor. Hayır yaz geldi, sabilerin başına güneş geçti, baygınlık falan geçirdiler diyeceğim ama inanasım gelmiyor. Ne zaman eve gelsem bir çocuk mütemadiyen ağlıyor. Bugün geldim, elim kolum dolu ve bayır çıkmışım ter içinde kalmışım...daha balkonun perdelerini açarken bir çığlık duydum. Neymiş, yan komşunun oğlu ağlıyor. "Ama bitmiyor sizin bu ağlamanız YETER ULAAAAAAAN!" diye bas bas bağırdım pencereden. Temsili falan değil, resmi olarak.
Şu yaz bir bitse de duymasak.
- Yaz bitsin demişken, Alaçatı'da çok güzel bir tatil yaptım. Yalnız her şey acayip pahalı ya, bir köfte ekmek 20 lira, oha dedim duyunca. İnsanlar abartmayı çok seviyorlar, neden bilmiyorum.
Otel süperdi bu arada. Hayatımda kaldığım en güzel ilk 5 otele rahatlıkla girerdi. Her sabah havuza girerken havlu veren Can'ı, çay getiren Kübra'yı, "Bugün menümüzde sahanda yumurta var" diyerek masayı donatan Lemi Bey'i ve eşi Okşan Hanım'ı nasıl unuturum? Ayrılırken Can, "Onca zamandır buradayım, ilk defa 3 kişinin küçük bir bavulla geldiğini gördüm" dedi.
Hedefimiz minimalist yaşam.
- Yeni başlangıçlar yaptım. Bunun üzerine uzun uzun yazmayı istemiyorum. Bu konuda daha çok içime içime konuşuyorum diyelim.
- Döndüm bir baktım ki yine işkolik olmuşum. Aslında işkolik falan değilim, iş çok. Düşünüyorum, sadece kafamdaki üç beş şeyi eklesem 2 aylık çalışılacak konu var. Geçen hafta 4 gün ful mesai, bir de Cumartesi gittim ama yine de bitmedi. En son bugün 4 saat süren (rakam gerçek) toplantının ardından gündemler üç yüz seksen beşe falan katlandı. Altından kalkmayı umut eder, kendime kolaylıklar dilerim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)